Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Toplum düşmanı düşman topluma karşı



Toplam oy: 1072
Hubert Selby Jr.
Ayrıntı Yayınları
Hücre’yi okumak güçlü bir mide gerektiriyor, maden suyu eşliğinde tavsiye ediyorum.

 

Yeraltı edebiyatı diyoruz ama, ironik rastlantıya bak, türün önemli örneklerini keşfettiğimiz yer, gizlisi saklısı olmayan hatta görmek istediğimizden fazlasını gösteren filmler. Otomatik Portakal, Anthony Burgess kadar Stanley Kubrick’e; Çıplak Şölen, William S. Burroughs kadar David Cronenberg’e ait. Amerikan Sapığı yazarı Brett Easton Ellis, belki romanın film adaptasyonunda Christian Bale rol almasaydı, dilimize çevrilmeyecekti. Chuck Palahniuk, David Fincher’ın Dövüş Kulübü ile; Irvine Welsh, Danny Boyle’un yönettiği Trainspotting ile okuma listelerine aldığımız yazarlar, itiraf edelim. Filmlerden önce bu yazarları keşfedenler, benden daha iyi okurdur, saygılar, selamlar.

 

Bu kadar isim sayarak, Hubert Selby Jr.’ın yaşadığı (2004’te öldü) edebiyat mahallesini tarif edebildim sanırım. Brooklyn’e Son Çıkış ve Aronofsky’nin Bir Düş İçin Ağıt filmlerinin kitaplarının yazarı olarak tanıyoruz onu. Öncefilminigör sonrakitabınıoku yazarlardan. Sadece kült film uyarlamaları değil şüphesiz bu yazarların ortak noktası. Bu, çok yarım bir teşhis olurdu. Hem film uyarlamaları sadece bir sonuç. Çıkış noktası ise bazen yeraltı edebiyatı, bazen aykırı edebiyat olarak adlandırılan; kural dışı, ahlak dışı ya da kural çiğneyen olarak tanımlayabileceğimiz Transgressive akım. Tam olarak Türkçeye çevrilmediğine göre, okunduğu gibi yazıp transgresif diyelim bu yazıda. 

 

 

 

Transgresif edebiyat

 

 

Transgresif kurmaca, gözümüzde büyüttüğümüz kadar özgürlükçü olmayı bırak, düpedüz tutucu bir retoriğe sığınmış materyalist batı toplumunun makyajı silindikten sonraki çirkin yüzünü gösterir. 

 

Toplumun buyurduğu ve sınırlarını çizdiği insan tipleriyle, ki genellikle tüketicinin farklı sürümleridir bu tipler, insanın içinden gelen yabanıl içgüdüsel dürtülerin savaşıdır. Bu savaş genelde kahramanın beyninde başlar, bilinç parçalanır ve bu kayıp kahramanın başrolünü üstlendiği vahşet senaryolarıyla son bulur. Toplumsal hipnoz etkisi altındaki bilinç, geçmişle anılarla ve olmuşlarla sınırlıdır. Olabilecekler ise bilinçüstünde yer alır, tehlikeli ve tekinsizdir. Düşman toplum mudur yoksa kahraman bir toplum düşmanı mıdır? Kahramanın parçalanmış, şizofren bakış açısından anlatılanlar seni yanıtsız bırakacaktır. Aslında al birini vur ötekinedir. Empati gereksiz.

 

 

Transgresiflerin ilham kaynağı Georges Bataille felsefesidir. Genellikle İngiliz ve Amerikan yazarları türün temsilcileri kabul etsek de, etkisi Japon Mişima’ya kadar uzanır. Georges Bataille’ın en belirleyici metaforlarından olan göz imgesi, hem Otomatik Portakal’da hem Selby’nin Bir Düş İçin Ağıt’ında karşına çıkar, filmlerin posterlerinden sana bakar. Battaille felsefesine göre, edebi kahramanlara ahlaki sınırlar koymak, yaratıcılığa sınırlar koymaktır. Doğal olarak bu düşünce ölüm, cinsellik, şiddet içeren şehvet temalarını doğurur. Edebiyat ayıp ve aykırı olanı anlatmaya cesaret etmelidir. 

 

Hubert Selby Jr.’ın casareti var. Bu cesaretle yazılmış diğer transgresif romanlar gibi sakıncalı bulunup otoriteyle mahkemelik olmuştur. Bir tür savaş yarası gibi gururla taşır yasaklanmışlığını. Hücre’yi okumak güçlü bir mide gerektiriyor, maden suyu eşliğinde tavsiye ediyorum. Kendini çok fazla ciddiye alan sofistike alt okumaları, yüksek akademik meseleler gibi görünse de, biçemsel ve içerik olarak ne kadar aşağılık o kadar transgresif fikriyle yazılmıştır. 

 

 

Hücre, bilmediğimiz bir nedenle hapiste olan ve suçsuz olduğunu, haksız yere tutuklandığını iddia eden bir anlatıcının hikayesi. Anlatıcı aynı tutuklanış hikayesini tekrar tekrar anlatıyor ama doğruyu söylediğinden emin olamıyoruz çünkü her defasında olaylar değişiyor. Bu arada anlatıcının fantazileri devreye giriyor. Bazen, kendinden bir kahraman yaratarak, zekasıyla mahkemede aklanıyor, yozlaşmış polisleri ve sistemi gözler önüne sererek toplumdan aferinler alıyor. Mahkemeli televizyon dizileri kadar yapmacıklı bu sahneler. Bazen içindeki intikam duygusuyla büyüyen şiddet fantazilerini bastıramayarak polislere uygulayacağı işkencelerin zevkine kapılıyor. Araya çocukluk ve ilk gençliğine dair anı parçaları giriyor, anlatıcıya da okura da huzur vermeyen. Romanın en rahatsız edici bölümü ise, tek başına bir kısa öykü olarak kurgulanmış gibi duran, işkence ile köpeklerin eğitildiği ve bu köpeklerin kanlı gösterisinin anlatıldığı bölüm. Satırlar bol küfürlü, her tür iğrenç vücut sıvısını içeriyor. Çizilen vinyetlerde şiddet ve zevk arasındaki sınırları yok eden bir imgeleme var.

 

 

Grilik

 

 

Çok klişe bir tanımla, anlatıcı gerçekle hayal arasında gidip geliyor. Daha doğru bir tanımla; birkaç adımlık, gri duvarlı, ışıkların hiç sönmediği bir hücreye tıkılan anlatıcı zaman kavramını yitiriyor. Okura zamanla ilgili verilen ipuçları ise anlatıcının yanağında çıkan sivilcenin büyümesi ve yemekhaneye ziyaretleri. Anlatıda, gerçekle hayal arasındaki farkı zaman kavramı belirler. Zaman kavramını denklemden çıkardığında, bilinci hizaya sokan bir şey yok demektir. Olmuş olan, olmakta olan, olacak olan ve olması istenen bütün her şey sırasını şaşırır. Ortaya çıkan bu grilikte kayboluyor anlatıcının bilinci ve benliği.  

 

 

İçe işlemiş toplumsal ahlak, anlatıcıdan nefret etmeye, iğrenmeye yönlendirecektir seni. İğrendikçe, suçlu olduğuna kanaat getireceksin, suçsuz olduğu feryatlarına inanmayacaksın. Bu kötücül karakterin hücrede kapalı olduğunu bilerek için rahat edecek. Toplumdaki kolektif öğretilmiş iyi kazanacak. Ancak, anlatıcının içindeki derinlerde ulaştığı kötüyü gördün bir kere. Var olduğunu biliyorsun, insanların ne kötülüklere kadir olduğunu biliyorsun. Toplum mu suçlu, anlatıcı mı? Yanıt yok. Gri.

 

Tabular yıkılıyor, konuşulmazlar konuşuluyor, gözümüz özel efektli şiddete alışıyor, kötücül kanıksanırken belki daha tutucu küresel bir ahlak yerleşiyor. Bu saatten sonra edebiyattaki transgresif gayretler gazı kaçmış gazoz etkisi yapacaktır. Son yıllarda ortaya çıkan acayiplik edebiyatı bizarro akımı, yeni yeraltı zenginliğimiz olacak gibi duruyor. Ta ki yönetmenin biri bir bizarro romanı filme uyarlayana kadar.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.