Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tuhaf bir yazar



Toplam oy: 464
Hasan Ali Toptaş
Everest Yayınları
Toptaş'ın o kendine has sesini duymak için Gecenin Gecesi'na kulak vermekte fayda var.

Hasan Ali Toptaş, yaşayan Türkçe edebiyattaki ifade gücü en yüksek, duyuşu en ince kalemlerinden biri. Fakat onu edebiyat geleneğimizde müstakil bir yere konumlandıran yalnız bu duyuş ve ifade gücü değil, şahsi dehasını postmodern estetiğin başat unsurlarıyla bir potada eritme ve buradan özgün bir ses türetme becerisidir. Postmodern estetiği uzun uzadıya anlatmaya vaktimiz müsait değil. Yalnız, Toptaş'ın özgün sesinin "tuhaflık" üzerine bina edildiğini söylememe müsaade edin. Toptaş'ın 2000'lerden beri yazıp beklettiği beş öyküden ve Ümit Ünal'ın desenlerinden oluşan Gecenin Gecesi'nde de bu tuhaflığın sesi hâkim.


Tuhaf bir yazar Hasan Ali Toptaş. Onun kaleme aldığı öykü ve romanlarda büyülü gerçekçiliğe açılan temalar, okurda bir tuhaflık hissi yaratıyor. Bilindik dünyanın sıradüzenini bozan, insanın beklentilerini ve düşünme pratiklerini felce uğratan bu tuhaflık Toptaş'ın alametifarikalarından biri. Gecenin Gecesi'nden bir örnek verelim: "Veysel'in Kanatları," kumar masasında varını yoğunu kaybeden bir adamın kahvehaneden çıkınca kanatlanıp uçmasıyla sona eriyor. Rasyonel bir zihnin böyle bir durumda beklentisi, kumarı kaybedenin hır çıkarması, kendine kıyması ya da daha büyük borçlar alarak geri dönmesidir. Ancak Toptaş, adeti üzere bu beklentiyi olmadık bir yerinden kırıvererek okuru tuhaflık, hayret ve şaşkınlıkla baş başa bırakıveriyor.

 


Olayların akışındaki tuhaflıklarla bitmiyor iş, yine, postmodern estetikte örneklerini bolca gördüğümüz anlatının kesilmesi, eksik ve muğlak bırakılmasıyla da karşılaşıyoruz. Her şeyi bilen ve kendinden emin öznenin yerine kendi dahi hiçbir şeyi tam olarak bilmeyen insanların edebiyatı da böyle olacaktır kuşkusuz. Toptaş'ın eserlerinde bu durum genelde anlatıdaki eksiklikler ve suskunluklarla sağlanıyor. Kitabın son öyküsü "Şeytan Uçurtması" tam da böyle bir metin. Annesini köyde bırakıp üvey annesi ve kardeşiyle yaşayan bir çocuğun öyküsündeki çocuk anlatıcı sürekli olarak bir şeyleri bilememekle, anlam verememekle malul. Tam da burada insani öğe devreye girerek sezginin kapılarını açıyor. Anlatıdaki boşluklar ve hikayedeki tuhaflıkların çözümü insanın sezgisel bilişine bırakılıyor.


Toptaş, kurgu ve anlatımdaki tuhaflık ve boşlukları sezgiye yaslanarak çözmekte dildeki ustalığını, ifade gücünü ve şiirselliğe yaklaşan üslubuyla sağlıyor. Şiirin "sözcüklerle resim yapma sanatı" olarak tanımlandığı devirler bitti bitmesine ancak dilin şiirsel kullanımı metnin ifade gücünü halen yükseltebiliyor. Toptaş da, imgeler kuran, ritmik, ses yansımalarıyla dikkati toplayan üslubuyla şiire yaklaşıyor. Bu üslubun getirdiği sezgi gücü ve kavrayış derinliği sayesinde aksi halde çözülmeden kalarak okuru rahatsız edecek tuhaflıklar kendine has bir yer buluyor. Metnin estetik zevkinin ve Toptaş'ı karakterize eden hususiyetin kozasından çıktığı yer tam da burası. Fakat itiraf etmekte fayda var ki, bahsettiğimiz formülasyonun işlemediği öyküler de var bu metinde. Bunun sebebi bizce metnin henüz doygunluğa ulaşmadan, belki sıkılarak, belki bambaşka bir nedenle kısa kesilerek bitirilmesi. Yine de, Toptaş'ın o kendine has sesini duymak için Gecenin Gecesi'ne kulak vermekte fayda var.

 

 


 

 

 

Görseller: Ümit Ünal (kitaptan)

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.