Böylesi bir fikir ancak Fernando Pessoa’nın hayal gücünden beklenirdi. Beyefendiler, Portekizli yazar Gonçalo M. Tavares’in “O Bairro” adını verdiği büyük bir projeye ait kitaplardan ilki. “O Bairro,” sakinleri ünlü edebiyatçılar ve sanatçılar olan, kurmaca bir mahalleyi anlatacak. Tavares, Pessoa’nın farklı alt benliklere bürünüp kendisine sayısız hayali yazar kimliği yaratmasından etkilenmişe benziyor. Tavares’in karakterlerinin ünlü isimleri var ama bir biyografiden söz etmiyoruz. Bu ünlü isimler, Tavares’in Pessoa’dan ödünç aldığı “heteronym” yaratma fikrinin oyuncuları sadece. Üstelik hepsi birer “flâneur,” daha ne olsun. Ancak Tavares, Pessoa gibi kendisini bu alt benlikler içinde yok etmeyi başaramıyor, belki de amacı kaybolmak değil. Tavares’in hikaye anlatışı mantık bilmeceleri, ironik hayat felsefeleri, gülünç insani tiklerin betimlenmesi ve birkaç didaktik fabl ile iç içe geçmiş benzersiz bir absürt senfoni, tehlikeli olmayan bir kaos. Tavares’ten Batı edebiyat çevrelerinde ne zaman söz edilse, José Saramago’nun onun bir gün mutlaka Nobel kazanacağına dair kehanette bulunması hatırlatılıyor. Sizin de aklınızda bulunsun.
Bu kitapta tanışacağımız mahalle sakinleri Paul Valéry, Henri Michaux, Bertolt Brecht, Roberto Juarroz, Italo Calvino ve Robert Walser. Kitabın kapağındaki mahalle haritasını incelerseniz, Tavares’in hikayesini anlatmayı planladığı diğer ünlüleri görebilirsiniz. Tek bir hanımefendi ismi dikkat çekiyor: Bayan Woolf. Bay Henri’nin dediği gibi, “bu işletmede tek bir kadının olmaması ciddi bir mimarlık hatası” olurdu.
“O Bairro” saklanmak, düşünmek, egzantrikliği sınırsız yaşamak ve hayatı “flâneur” olarak geçirmek isteyen beyefendi için bir ütopya. Hapsolmuş, kaybolmuş, çıkışsız hisseden beyefendi için değil. Bay Brecht’in anlattığı hikayeler ve fabllar sayesinde mahalle dışında bir evrenin varlığını öğreniyoruz. Ya da mahallenin nasıl bir ülkede yer aldığını. Bu ülkede iş bulmak için kafasının ve ellerinin kesilmesini kabul edecek muhtaçlar var. Ağaçlar kesiliyor, şairler kuyrukta bekliyor. Her yoksulun yanına iki nöbetçi verilmiş. Haritalar henüz hazır değilken savaşa giden ordu çıkmaz sokağa girmiş. Turistler yanlış rezervasyonla savaşın ortasında bulmuşlar kendilerini. Kendisini ölüme mahkum eden metindeki sözdizimi hataları sayesinde bir adam ülkenin yeni kralı olmuş. Bay Brecht’in anlattıklarını dinleyenlerin sayısının gittikçe arttığını, sayfaların altındaki çizimleri takip ederek görebiliriz.
Tavares’in beyefendileri, kişiliklerindeki en baskın, ve genellikle olumsuz bir özelliğin tuzağına düşen, yazar tarafından biraz yargılayıcı bir tavırla çizilmiş Molière karakterlerini hatırlatıyor. Aynı zamanda kitaptaki iki boyutlu çizimler kadar soyutlar. Böylece karakterleri daha da derinleştirmek zorunda kalmıyor Tavares. Metaforik olarak son derece miyop bakışlı beyefendilerin “Aklımı seveyim!” tavırları ve mantık yürütmelerinin, mahallenin dışındaki evrende ne kadar işe yaramaz olduğunu hüzünle hissediyoruz. Mantık, aklın olduğu kadar deliliğin de silahı olabilir.
Çok tuhafsınız beyefendi
Zıplayıp uzun boylu insanlarla sadece kısa bir süre için aynı boyda olan Bay Valéry, ne olduğu belirsiz bir varlıkla evliydi. Aynaları manzara resimleriyle değiştirdiği için dış görünüşünden habersizdi. Her yere trenle yirmi dakikada varmak yerine, yürüyerek giderdi, çünkü trenle varacağı yerin yürüyerek varacağı yerle aynı olacağının garantisi yoktu. Nesnelerin sadece içini satarak hayatını kazanıyordu. Kahveyi çok seviyordu ve çalışmak ve kahve içmek aynı şeydi. Yani işi kahve içmekti. Paralarını bir kitabın içine saklardı. Daima siyah giyerdi, neşeyi üzerine çekebilmek için. Gölgesinden hiç hoşlanmazdı. Kimi zaman görünür hale gelip ölümü haber veren bir leke olduğu için.
Sürekli absent içen Bay Henri, ansiklopedik bilgilerle doluydu. Bilgi, absentin diğer yüzüydü. Bu nedenle petrol gibi içilmeyen sıvılar, bilinmeyen bir dildeki metin gibiydi. Gerçeklik absentle karışırsa daha iyi bir gerçeklik elde edilirdi. Takvimin ne zaman icat edildiğini bilirdi, ama saati şaşırırdı. Zamanın insanı ancak 70 senede öldüreceğini söylerdi ve doktorları sevmezdi. İnsanın yorgunluktan düşünmeye başladığına ve filozof olduğuna inanırdı. Pantolon ceplerinde sıvı taşınmamasına sinir olurdu.
Bay Juarroz, sözcüklerin diktatörlüğüne boyun eğmediğini göstermek için nesnelere her gün farklı bir isim veriyordu. Seyahate çıkmayı asla başaramazdı çünkü olmak istediği yer bütün eşyalarının yanıydı. Evdeki bir çekmeceyi boşluğu saklamak için kullanırdı. Adını bilmediği şeylere elini sürmezdi.
Bay Calvino, bazen elinde balon tutarak, bazen de metal bir çubuk taşıyarak yürürdü. Çok uzundu ve yatağı ona küçük gelirdi; o nedenle hep çaprazlama uyurdu. Hayvanının adı şiirdi. Güneş de kitap okuyabilsin diye, kitabın sayfalarını açıp güneşe koyardı. Yürümediği zamanlar, en rahat sandalyeyi en saygın kişiye sunabilmek için, önceden oturup denerdi.
Bir mahalle dolusu yalnızlık
Yalnızlık nesneleri fark etmek demek. Bu yalnızlıkta, beyefendilerin nesnelerle ve bazen de vücutlarının parçalarıyla kurduğu takıntılı, bağımlı, çoğu kez ampirik ilişkiler oldukça trajikomik. Elle tutulan bir kahve fincanı kadar, sokakların ve evlerin de beyefendilerin kişiliklerinin uzantıları olması, Tavares’in mahallesini nesneleştiriyor ve küçültüyor.
Kuvvetli bir şekilde komşusunun elini sıkarken, “Sadece yetersiz olduğum için bir şeylere dokunurum,” dedi Bay Juarroz. Mahalledeki yalnızlığı daha iyi anlatamazdı. Bay Calvino, insanlara yaklaşma ve insanlardan uzaklaşma oyununun getirdiği çalkantılı deneyimden yorulmuştu. Bay Walser ise doğanın ortasındaki bir eve kapanmayı seçti. Bay Valéry, bir kapı ve ön cepheden ibaret, iki yönden de içeri girilebilir ve dışarı çıkılabilir bir evde, odalar arasında kaybolmamaktan hoşnut. Bay Calvino sonunda keşfedecek ki, dümdüz ve birbirine paralel iki çizginin tam ortası sonsuzluktur. Bu adresi kaydedin.
Nesnelerle ve kavramlarla kurduğumuz bize özgü ilişkileri ve rastgele bağlantıları toplasak, hepimizin kişisel tuhaflıklar sözlüğü ortaya çıkar. Kendi varoluşsal dinimize ait bir nevi emirler listesi. Hayatımızın hikayesini anlatır. Bu; takıntılı, tuhaf ve günlük tekrarlardan oluşan küçük mevcudiyetlerimizin oldukça eğlenceli hikayesidir.
* Görsel: Onur Atay
Yeni yorum gönder