Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tüm Kapıları Kilitle



Toplam oy: 118
Tüm Kapıları Kilitle, Roman Polanski imzalı Rosemary’s Baby filmini izleyenlere bir nevi devam hikâyesi gibi gelecek. Bir solukta okunan, son derece sürükleyici bir şehir paranoyası.

Karantina, sokağa çıkma yasağı, kısıtlamalar, “evde kal” çağrıları derken, tüm dünya olarak daha önce deneyimlenmemiş çok ilginç zamanlardan geçiyoruz. Tüm bunların, kendimiz ile baş başa kalmak, kendi sesimizi dinlemek, belki içsel bir yolculuğa çıkmak gibi “modern insanın” gitgide uzağında kalan olgular adına bir fırsata dönüşmesi dileğiyle… Karantina günlerinde okuduğum kitaplardan birisi de Riley Sager imzası taşıyan Tüm Kapıları Kilitle oldu. Yeni çıkanlara göz atarken gördüğüm bu mosmor kapaklı kitabı, içinde bulunduğumuz zamana uygun olacağını düşünüp fazla tereddüt etmeden aldım. Amerikalı yazarın adını, 2017’de yazdığı ve yirmi beş dile çevrilen Kurtulan Kızlar ile duymuştum. Tanışma kitabımız ise geçtiğimiz şubat ayında İthaki Yayınları etiketiyle çıkan Tüm Kapıları Kilitle oldu. Mekânların ruhu olduğuna inanıyorsanız ve gerilim seviyorsanız, zamanın yavaş aktığı karantina günlerinde bu kitap size iyi gelecek.

 

Tüm Kapıları Kilitle, Roman Polanski imzalı Rosemary’s Baby filmini izleyenlere bir nevi devam hikâyesi ya da bir yeniden kaleme alma tadında gelecek. Zaten kitabın kapağındaki İngiliz suç yazarı Ruth Ware’in şu övgü sözcükleri her şeyi anlatıyor: “Kenara çekil Rosemary’nin Bebeği, şehir paranoyasının yeni bir gotik adresi var.” Bu tespit sadece biz okurlara ait bir çıkarım değil, zira yazar eserini Ira Levin’e ithaf etmiş. Ira Levin ise Rosemary’s Baby romanının yazarı.

Sürekli büyüyen şüphe…
Jules Larsen, yirmi beş yaşında, yakın arkadaşı Chloe’dan başka hayatta kimsesi kalmamış bir genç kızdır. On yedi yaşındayken ablası Jane kaybolur ve bir daha kendisinden haber alınamaz. On dokuzundayken anne - babası birlikte intihar ederler. Büyük bir firmada asistandır ve sevgilisi ile aynı evi paylaşıyordur. Ancak işten kovulur ve aynı gün erken saatte eve dönünce erkek arkadaşının kendisini aldattığını görür. Geçici olarak Chloe’nin yanına taşınıp iş ilanlarına bakarken bir ilan dikkatini çeker. Manhattan’da, Central Park’a komşu görkemli bir apartmandaki boş bir daire için geçici olarak bakıcı aranıyordur. Üç ay boyunca boş bir evde yaşayacak ve karşılığında tam on iki bin dolar para alacaktır. Daha ilginci ise buranın ilk gençliğinde hem ablasının kem de kendisinin bayıla bayıla defalarca okudukları Bir Hayalperestin Yüreği isimli romanda geçen Bartholomew Apartmanı olmasıdır.
Jules mülakata başvurur. Şehrin en lüks bölgesindeki meşhur bir apartman dairesinde üç ay yaşayıp aylık dört bin dolar kazanacak olması hem fazla garip hem de fazla caziptir ve bu arkadaşı Chloe’ye tuhaf gelmektedir, ama cebinde birkaç yüz dolar kalmışken başka hiçbir şey düşünmez. Ve işi alır. Fakat bazı kurallar vardır. Eve asla kimseyi getirmeyecektir. Jules bunu da umursamaz. Central Park manzaralı lüks dairedeki ilk gecesinde şehrin ışıklarını seyredip okuduğu romandaki hayalin gerçeğe dönüştüğünü düşünürken Chloe’den bir e-posta alır. Arkadaşı ona Bartholomew Apartmanı’nda 1919’dan bu yana meydana gelen esrarlı olayları ve ölümleri yollamıştır.
Jules o gece zaten yeterince gerilmişken, alt kattaki daireye inen küçük mutfak asansörünün makaralı sistemi hareket eder. Jules korka korka aşağı kattan gelen mesajı alır. Böylece alt kattaki evin bakıcısı Ingrid ile tanışırlar. Ingrid de kendisi gibi genç bir kızdır. Ona apartmanda tuhaf olayların döndüğünü, burada yaşayanların garip tipler olduklarını söyler. Bu tuhaflıklar yetmezmiş gibi Jules apartmanın lobisinde hayatının kitabı Bir Hayalperestin Yüreği’nin yazarı Greta Manville ile karşılaşır. Yaşlı kadın da Bartholomew’de yaşamaktadır. Jules ona hayranlıkla yaklaşır ama kadın çok soğuk davranır. Gece yarısı duyduğu bir çığlıkla tuhaflıklar silsilesinin dozu yükselir. Jules korkuyla aşağı kattaki Ingrid’in kapısını çalar. Ingrid kapıyı yarım aralar, yüzünde işlerin ters gittiğine dair bir ifadeyle ses duymadığını söyleyip alelacele kapıyı kapatır. Jules Ingrid’in başının dertte olduğuna inanmakla beraber elinden bir şey gelmez. Fakat ertesi gün Ingrid ortalardan kaybolunca işler ciddiye biner.
Ingrid’in Jules’e bıraktığı apartmanın bodrumuna saklanmış tabanca, apartman sakinlerinin gitgide tuhaflaşan davranışları ve sürekli büyüyen şüphe… Dışarıdan bir rüya gibi gözüken bu lüks apartmanın içinde hiçbir şey sanıldığı gibi değildir. Yıllardır süregelen karanlık tarihinde pek çok masum insanın mezarı olmuştur. Sıradaki kurban Jules mi olacaktır?
Tüm Kapıları Kilitle, elinizden bırakmak istemeyeceğiniz, bir solukta okunan, son derece sürükleyici bir roman. Hikayenin seyri gotik bir masaldan mantıksal bir kurguya son derece güzel bir geçişle bağlanıyor. Sonu tatmin ediyor. Bittiğinde yazarın diğer kitaplarını da “okunacaklar” listesine aldım. Tavsiyemdir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.