"Avcının iyisi uçarı vurur. İyi öykücü akıp giden zamanın ritmine, onu durdurmadan kalemini uydurandır. –Onat Kutlar"
50 kuşağı yazarlarından olan Onat Kutlar, iyi bir edebiyatçı, önemli bir düşünce insanıydı. Onu 1995 yılında kaybettik. Ardında, yazarı yitirdiğimiz anın üzüntü veren görüntüleri ve değerli yapıtları kaldı.
Kutlar’ın yirmi yaş verimi olan, bu sene ilk yayımlanışı üzerinden elli yıl geçen kitabı İshak, Türk Edebiyatı’nda ‘büyülü gerçekçilik’ akımında üretilen öncü örneklerden biridir. Kitapta yer alan öykülerin olağanlık duygusu verilen tansıksal öğelerle zenginleştirilmiş üst dili, güncelliğini ve etkileyiciliğini tümüyle koruyor. Simgesel anlatım, farklı / katlı okumalara açıklık bakımından da değerli bir öykü kitabı olan İshak, 1960 yılında TDK Hikâye ödülüne de değer bulunmuş.
Bugüne kadar farklı yayınevleri tarafından altı basımı yapılan eserin son sunumu, Yapı Kredi Yayınları’nın (YKY) ‘50 kuşağının ilk kitapları 50 yaşında’ markasıyla yeniden bastığı dizi içinde karşımıza çıkıyor. Sayılı (üç bin adet) basım, tasarımıyla da dikkat çekiyor. Öykü sevenlerin mutlaka sahip olmak isteyecekleri kadar özenle hazırlanmış. Okuru, YKY’nin gelenekleştirdiği şekliyle, yazarın kapaktaki yüzü karşılıyor. Daima aramızda olacağı inancını güçlendiren bir sunum, bu. Kutlar’ın, kalemi elinde şu satırları henüz yazdığı duygusuna kapılmanız olası:“İshak bir Anadolu kentindeki gerçeklerin ne yorumudur, ne de sorunlarının çözümü. Küçük, alçakgönüllü kesitlerdir, şu öyküler.” Bu arada, öykülerin yazarı tarafından tanımlanışı bile ‘saygıya değer’ değil mi sizce de? Kutlar, bir zamandır okumaya alıştığımız gibi ‘küçük insanlar’ gibi bir söyleme başvurmuyor; küçük, alçakgönüllü kesitler diyor. Sanırım, başvurmazdı da.
Kitapta yer alan 9 öykü de dikey bir dille yazılmış. Yani insan halleri, yazınsal öğelerde her şekilde derinleşilerek verilmiş.
Giriş yazısı Doğan Hızlan’dan. Hızlan’ın ‘benim kuşağım’ vurgusuyla tanıttığı, ‘olgun doğan’ olarak nitelediği yazarların benimsediği değerler, kuşak yazarlarının her biri, dolayısıyla Onat Kutlar için de konum belirliyor; onların hayata ve edebiyata yaklaşımlarını özetliyor.
İshak’ın Milliyet Yayınları tarafından 2. baskısı yapıldığında aylardan Ocak, yıllardan 1977 imiş. Ne sancılı bir yıl! Yazar, ‘On Yedi Yıl Sonra’ adıyla yazdığı önsözde, ülke halini ve bu hali kendi içinde duyuşunu özetlemiş: “(…) Şimdi biliyorum. Yeryüzü iyice değişiyor. Kan, duman ve alın teriyle. Nicedir kapımızı zorlayan rüzgârın bıçağı eski kentlerin üstündeki sisi sıyırınca orada da, görüyorum, her şey bildiğim gibi değil. (…)” Yapı Kredi Yayınları resmi 7., YKY markası özelinde 1. baskısını yaptığı İshak’da bu önsöze de yer vermiş. Daha önce, Ömer Lekesiz’in Yeni Türk Edebiyatında Öykü 3 adlı, öykücüler ve öykü çözümlemelerinden oluşan değerli yapıtında okumuş olduğum metinle yeniden buluşmak, sevindirdi beni. Bu metin bile kendi başına öyle güzel ki. Daha olgun bir yazarın, 17 yıl daha görmüş geçirmiş duyarlı bir insanın dünya görüşünde devingen, ‘insanlık’ algısında tutarlı kaleminden dökülüyor: “(…)Yeniden giriyorum yazıya. Ülkeme, çocukluğumun kentine döner gibiyim. Kağıtların ak denizine, esinlerle ürperen çayırına harflerin, anlamın derin vadilerine, kitapların kalabalık sokaklarına… Doyulmaz bir rahatlık, güven. Kendi dilimi konuşuyorum çünkü. Küçük bir kaygı yok değil. Müsrif oğlunu nasıl karşılayacak yazıların piri?(…)” Doğduğu Antep’in öykülerine gelecekten sesleniyor yazar, Antep’in ve Türkiye’nin geleceğine de seslenen bir yazarın sorumlu titizliğiyle…
Okuru onu daima saygı ve beğeniyle karşıladı. Doğan Hızlan, bir keresinde “(…) Her tezin taşıdığı gerçeklik ışıltısını karartmak istemezdi. Tek lezzetin dogmatiği değildi. Tek tek tartışma pencerelerini kapattığınız anda bile panjurdan sızan bir ışıkla konuya yeniden hayat verirdi”* diye yazmıştı. Yine Hızlan’ın betimiyle, "bütün tatlar, bütün acılar ama, yaşanmaya, direnmeye değer bir dünya" üzerineydi, Onat Kutlar’ın üretimi. Onat Kutlar, tartışmaya dayanılamadığından –isteği dışında– kapatılan pencerelerden biri, şimdi. Fakat o ne? İshak sızıyor, panjurların altından, ışıklandırıyor günümüzü.
Kutlar’a saygıyla,
Reyhan Yıldırım
* Doğan Hızlan, Saklı Su, ss.87-90
Eleştiri
Eleştiri
Türk Edebiyatı’nda ‘büyülü gerçekçilik’ akımında üretilen öncü örneklerden biri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Eleştiri Yazıları
Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.
Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.
Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.
Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.
Yeni yorum gönder