80’lerde çocuk, 90 ve 2000’lerde genç olan bizler, 68’lilerin ve darbe şahitlerinin hakkımızda ne düşündüğüne pek umar vermeyiz. Şüphesiz, miladın başından bu yana her kuşak acılarını mitleştirmiş, geçmişlerinin çivilenerek öldürüleceği çarmıhı sırtında taşıyan 'Nasıralı'nın çilesini aratmadığına kati suretle inanmıştır.
Lakin zannımca bizin kuşağın ıstırap çığlığı (Eli, eli, lama sabacthani? [Tanrım, neden beni terk ettin? – Matta 27:46] ) maneviyen daha bir manidardır. Zira Türkiye’deki 80 öncesi kuşaklar sosyo-politik bağlamda babalarıyla çatışmış, muvaffak olamasalar bile sağlıklı bir psikolojik süreç zarfında Freudyen bağlamda onları katletmeye kalkmıştır. Atalarından örs olarak yararlanan bu kuşaklar, istençleriyle ruhlarını çekiçlemiş, kimliklerini sağlıklı bir biçimde döverek biçimlendirebilmiştir. Lakin, toplum mühendislerinin işkence aletlerinin sirayetiyle bizim kuşağımızın ebeveynlerinin ağzını bıçak açmamış, maneviyatımızı şekillendireceğimiz 'Ruhdöveni'nin (Soulforge) esamesi okunduğunda, 'Kenan' diyarının lanetleri onlara sükut ettirmiştir. Kimilerimiz Ruhdöveni’nin mevcudiyetinden bihaber süre gelerek maneviyen ve hüviyeten sakat kalmış; aramızdan istenci ve asaleti mevcut olanlar ise arayışları sonucunda Ruhdöveni’ni aletleriyle birlikte boşaltılmış ve terk edilmiş bularak çığlıklar içinde haykırmış, öfke içinde yumrukları ve tırnaklarıyla ellerini duvarlarda parçalamış, bitap düşerek hastalanmış, yalnızlık içinde savrulmuştur.
Günümüz ozanlarından Blind Guardian’ın Mordred isimli parçasındaki tabiriyle bizim için “Savaş başlamadan kaybedilmiş, ışıklar söndürülmüş ve şafak katledilmişti”. Ne bir amaç görünüyordu ortada ne de bir araç; büyük zamanlar ve ülküler artık mazideydi. Bir zamanlar Nietzsche gibi Tanrı katilleri de dünyanın altındaki halıyı çekmişti. Lakin onlar insanoğlunun düşüşün acısıyla çakralarının açılmasını, ızdırabın dinginliğiyle titreyip kendine gelmesini hedeflemişti. Bizim altımızdan halıyı çekenlerse, öncesinde zemini de öylesine oymuşlardı ki; onların karanlık ve pislikleri kadar sonsuz olan ebediyete kadar düşebilelim...
Sosyo-politik sebepleri ve arkaplanı malum olan bu nihilist düşüş düzleminde bizim kuşağımızdan bir kesim hayalgücü ve fantazinin insanoğlunun takabileceği yegane kanatlar olmasından mütevellit, bu düşüşten kanatları sayesinde yalnızca sapasağlam kurtulmakla kalmadı, fantastik yazına verdiği destekle Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği’nin kurulmasına da önayak oldu.
O tarihte Floransa’da bulunmamdan dolayı büyük bir üzüntüyle katılamamış olsam da, FABİSAD geçtiğimiz günlerde Giovanni Scognamillo gibi isimler de dahil olmak üzere, birçok yazar, çevirmen, editör, senarist vb. katılımıyla bir açılış partisi düzenleyerek kamuoyuna sesini duyurdu. Nuran Özlük, Türk edebiyatında fantastik romanın yeni bir olgu olmadığını Türk Edebiyatında Fantastik Roman isimli başarılı çalışmasıyla ortaya koymasına rağmen, şüphesiz bugünlerde modern bağlamda Türk fantastik romanının doğuşuna hep birlikte tanıklık ettiğimizi söyleyebiliriz. Bu sürece en büyük katkı sağlayanlardan isimlerden biri Türk fantastik romanının parlayan yıldızı yazar Barış Müstehcaplıoğlu. Perg Efsaneleri gibi olumlu eleştiriler almış ve yabancı dillere çevrilmiş eserleri bulunan genç yazarın son eseriyse Şamanlar Diyarı.
Fantastik literatür değerlendirildiğinde, türün Ejderha Mızrağı, Yüzüklerin Efendisi, Taht Oyunları vb. gibi görece en başarılı örnekleri siyasal realizmi neredeyse bir an bile elden bırakmaz; zira fantastik edebiyatın özsuyu buradan gelir: Gerçeği, gerçekliğin banallığından kurtarılmış bir estetikle sunar. Şamanlar Diyarı’ndaysa, hem kaçış edebiyatını, hem de bu fantastik realizme aynı anda tanık oluyoruz. Yazar, birçok örneğini Türk siyasi tarihi ve gündeminden çıkardığı etnik-ırksal çatışmaları, güç ve iktidar sahiplerinin halk üzerindeki kirli oyunlarını fantastik bir pelerinin kisvesi altında bize sunuyor. Delkar, Nasra ve Harnan çatışmaları gerek perde önü ve arkasındaki tezahürüyle Türkiye siyasetinin karanlık sayfalarına hiç de yabancı değil. Öte yandansa yazar gerçekliğin ısıran soğuğuna rağmen, ütopik-romantik bir kaçışı romanının özüne yerleştirmiş: “Gözleriyle göremediği hayata notalarla şekil veriyor gibiydi (s. 261)”. Dil kullanımıysa süsten uzak, son derece akıcı ve sade bir dil. Eserle ilgili olumsuz olarak nitelendirilebilecek noktalarsa sonuna değin öne çıkan bir kahraman yaratılamamış olması, karakterlerdeki ani karar değişiklikleri ile diyalogların kimi zaman çocukça görünmesi ve verilmeye çalışılan toplumsal mesajın kimi zaman sık sık tekrar ederek banallaşması olarak öne sürülebilir. Nihayetinde Şamanlar Diyarı karakterlerini biraz daha renklendirebilir, vermek istediği mesajı tekrar eden diyaloglarla sunmak yerine olaylarla okuyucuya işleyebilir, Delkarna dünyası ile tarihini biraz daha derinleştirebilir ve sonunda vaad ettiği biçimde Perg ile başarılı bir biçimde bağlayabilirse bu hoş eserin leziz bir seriye dönmesi işten bile değil.
Yeni yorum gönder