1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra tüm dünyada sol sadece siyasal olarak değil, ideolojik olarak da gerilemeye başladı.
İki kutuplu dünyaya son veren gelişmelerin başlangıcı elbette Berlin Duvarı’nın yıkılışı değildi. Ama Berlin Duvarı’nın yıkılışı sembolik anlamda bir “son”dur. Bu sonu hazırlayan gelişmeler ise 1960 ve 1970’lerde Avrupa’da yaşanan solun yükselişi ve sonrasındaki iç ideolojik tartışmalar ve 1980’lerde tüm dünyayı etkisine alan “neo-liberal” politikalar oldu. Yani iki kutuplu dünyanın ideolojik olarak yıkılışı neredeyse 20-30 yıllık bir iç tartışma ve dışarıdan gelen hegemonyanın sonucudur.
İşte o tarihten bu yana sol tüm dünyada, neo-liberal politikalar karşısında yeniden üretmeye çalışıyor bir anlamda yeniden kurgulamaya çalışıyor.
Türkiye’ye gelince, Türkiye’de solun tarihi esas olarak bir “tarihsizlik”tir. 1920’lerde Mustafa Suphilerin başına gelen, 1960’larda Stalinizme’ mahkum olan bir sol dinamikten Türkiye’de siyaseten bir sol çıkarmak mümkün değildi, mümkün de olmamıştır. Bu tarihsizlik içinde 1963 seçimlerindeki Türkiye İşçi Partisi deneyimi ve CHP’nin 1974 ve 1977 seçimlerindeki başarıları istisnadır. Buna kısmen 1990’lar başındaki SHP deneyimini ekleyebilirsiniz. Bunlar dışında belki kendine sol, sosyalist diyen parti, grup ve örgütler vardır ama bunların hiçbirinin siyaseten bir karşılığı olmamıştır.
Tanıl Bora’nın daha önce çoğunlukla Birikim Dergisi’nde yayınlanmış yazılarını bir araya getiren “Sol, Sinizim, Pragmatizm”, adlı kitabın ilk bölümü Türkiye’deki solun “sinizme” mahkûm olmadan muhalif tavrın ortaya konulabileceğini tartışıyor.
Gerçekten insanlar Aristotalesçi okulun dediği gibi erdem ve mutluluğa hiçbir değere bağlı kalmadan ulaşabilirler mi? Eğer insan “düşünen bir hayvan”sa, bunun mümkün olmaması lazım. Çünkü insan olmak kaçınılmaz olarak dikkate alalım ya da almayalım bizi bir “vicdan”a mahkum eder. Ve eğer vicdanınız sizi rahat bırakmamaya başlamışsa, hayatla bir derdiniz var demektir. Ve o dert sizi sürekli dış dünyaya açık tutar, sizi hayata katar. Yine kabul edin ya da etmeyin sizi dert sahibi yapan şey, siz kabul etmeseniz de sizi siyasetin içine iter. Bunu doğrudan siyasetle yapmaz bekli de ama artık öyledir. Aracı farklı farklı olsa da siz siyasetin parçası olmuşsunuzdur.
Kitapta bir araya getirilen makaleler özelikle 12 Eylül sonrası “sol”un bir “sinizim” ve “pragmatizm” sarkacında kendisine bir tür yol çizme, patika oluşturma arayışı. 12 Eylül darbesi, solu bir tür “sinizm”e mahkum ederken, pragmatizm “sağa” ait bir nosyon olmasından çok, solun pragamatizm üzerinden kendini var etme çabasının anlamsızlığını da bir anlamda ifade ediyor.
Kitap, bunun dışında iki bölümden daha oluşuyor. İkinci bölüm, “muhalefet” kavramından hareketle; muhalefetin tarzlarının ve bu tarzların hangi mecralarda yapıldığını/yapılacağının okuyucuya açıyor. Öğrenci hareketlerinden, orta sınıf muhalefetine, barış talebinden yoksullukla mücadele yöntemlerine kadar farklı dönem ve deneyimle paylaşılarak bir kıyaslama, bir sentez yaratmanın mümkün olup olmadığının okuyucuya bırakıyor.
Kitabın adında çok yer almasa da, bence kitabın son bölümü en çarpıcı başlığı taşıyor: “Söz, ‘Akıl’, Medya”.
Gerçekten Türkiye’de son 10 yıl içinde medya inanılmaz bir gelişme sağladı. Yazılı basında yaşanan değişim, görsel basın ile kıyaslandığında çok çok gerilerde kalıyor. İşte görsel medyanın bu kadar gelişmesi “görünürlüğü” bir tür zorunluluk olarak kamuoyuna dikte ettirdi.
Birçok özel kanalda neredeyse her akşam yapılan tartışma programları, bir taraftan yeni kanaat önderleri yaratırken, bir taraftan da onları eskiten ve öğüten değirmene dönüşüyor. Bu bölümde makaleler, işte böyle bir ortamda fikri ve entelektüeli sorgularken, “Boşa mı konuşuyoruz?” sorusunu sorduruyor insana.
Gerçekten “TV’ye kim niye çıkar?”. Bu gerçekten cevaplanması gereken bir sorudur.
Bu haliyle medya, entelektüeli görünür kılarak, entelektüelin sözünü söyleterek onu bir magazin nesnesine mi dönüştürüyor yoksa başka bir işlev mi yerine getiriyor?
Aslında kitap bir yandan bütün bu soruları soruyor. Ancak beklediğiniz cevabı ne kadar veriyor? Onun için Tanıl Bora’nın, İletişim yayınlarından çıkan “Sol, Sinizim, Pragmatizm” adlı çalışmaya bakmakta fayda var.
Bilinenler .Cok carpici ve etkin bulmadim zaten sol siyasetin Turkiyede izdusumu hep farkli olmustur.Sonuclari acisindan da hep aynidir.Global yaklasim ile ulkesel yaklasim ciddi sorun olmus
Yeni yorum gönder