Polisiye janrının büyük ustalarından Elmore Leonard 87 yaşında, geçirdiği kalp krizinin yol açtığı komplikasyonlar nedeniyle kısa süre önce dünyamızdan ayrıldı. 1925’te doğdu, dokuz yaşındayken yerleştikleri Detroit’te yaşamayı tercih etti. Bir seferinde şehrin gazetelerinden Detroit News’a burasının hoşuna gittiğini söylemişti: “Müthiş müzik... onca yoksulluk. Başka hiçbir yere taşınmam.”
Her ölüm bir kayıptır, yazar ölümleri daha da fazla, sanki. Ama kendine özgü üslubu olan yazarların yeri hiç dolmuyor. Polisiyeye tepeden bakan okurlardan değilseniz eğer, Leonard’ın da böyle bir yazar olduğunu kabul edersiniz. Janrının en verimli ve usta yazarlarından biriydi. Aynı zamanda sinemacıların da kendilerine yakın gördükleri bir yazar... Elli yıllık bir süre boyunca, Leonard’ın romanları ve kısa hikayeleri sinemada pek çok yapıma ilham kaynağı oldu. Hatta 3:10 Yuma Treni’nin (3:10 to Yuma) yarım yüzyıl arayla, 1957 ve 2007’de uyarlanmış iki versiyonu söz konusu. Yazarı, özgün hikayeyi doksan dolara satmış, film hakları için de dört bin dolar almış. Bir de, Rum Punch’tan uyarlanan 1997 yapımı Jackie Brown var. Bu film, Tarantino’nun başka bir kaynaktan uyarlanmış tek filmi. Bu da Leonard’ın sinemadaki saygınlığının bir işareti olsa gerek. Bu arada, yazdıklarından uyarlanmış Justified adlı TV programı da büyük başarı kazanmıştı. Ama en iyisi biz dikkatinizi Tut Şu Bücürü’ye (Get Shorty) çekelim. Aslında Leonard’ı hiç okumadıysanız ve sevip sevmeyeceğinizi merak ediyorsanız, Get Shorty’yi okumanız, hatta izlemeniz yeter. Onu severseniz, Leonard’ı da seversiniz. Zaten kendisi de yazdıklarını yakalayan ilk filmin bu olduğunu söylüyor. Sinemacıların Leonard’a duyduğu ilgide, yazarın karakterlerinin ve temposunun büyük payı var. Hızlı temposu ve akılda kalıcı karakterleriyle Get Shorty de ilgiyi hak ediyor.
Leonard, genellikle ayaktakımından tipleri ustalıkla çizer, çarpıcı bir diyaloğu vardır, bu kanlı canlı “hard-boiled” âlemde olaylar hızla gelişir. Aslında, başka birinin birkaç kitap çıkaracağı karakterler ve olaylar, onun bir kitabına rahatlıkla sığar. Bildiğimiz anlamda bir “esrarı çözme” durumu olmasa da, her şey sonuca bağlanır. Taraf tutmamaya da özen gösterirdi. Öyle ki, meleklerin yanında yer almadığı kesin olan kimi karakterlerine kötü adam demeye diliniz varmaz.
Kusursuz bir profesyonel
Elmore Leonard, eşine ender rastlanan türden bir yazardı. Çarpıcı cümleleriyle güldürür, şiddet örnekleriyle ürpertirdi. Western’ler, polisiyeler ve siyasi hicivler yazabilirdi. Akla gelebilecek en yalın düzyazının ustasıydı. Uzun ve başarılı meslek hayatında edindiği deneyimler sonucu, kendine bazı kurallar koymuştu. Örneğin, hiçbir kitaba hava durumuyla başlamaz, prologlardan kaçınırdı. Diyaloglarda “dedi”den başka fiil kullanmamak, “dedi”yi tamlayacak bir zarf kullanmamak da kuralları arasındaydı. Ünlem işareti ile şive kullanımını asgariye indirmişti. Mekanları da, karakterleri de uzun uzun tasvir etmemeye dikkat ederdi. “Asla ‘aniden’ ya da ‘kızılca kıyamet koptu’ demeyin,” derdi. Ancak, karakterleri buna rağmen (belki de bu sayede) hemen insanın gözünde canlanan, renkli, ayrıca akılda kalan karakterler. Ama en önemli özelliği, kendini ortaya koymaktan sonuna kadar kaçınması olsa gerek... Bu elbette iyi polisiye yazmanın olmazsa olmaz bir şartı değil, ama sürükleyici kitaplar yazmak istiyorsanız eğer, işe yarıyor. Leonard’ın üslubu ve esprileri de, onun altmış yıllık meslek hayatı boyunca yazdığı 45 romanla dünyanın dört bir yanında okurlar, hayranlar edinmesini sağladı. Gene de en önemlisi karakterlerdi. Karakterlerinin konuşması... Leonard’ın herkesten farklı olmasını sağlayan diyaloglar yani. Belki de olay örgülerinin amacı, karakterlerini konuşturmaktı. Başka yazarların metinlerini zenginleştirmek için eklediği şeyleri kendi metinlerine dahil etmezdi hiç. Ama onların kullanmadığı bazı şeyleri de seve seve metinlerinin bir parçası haline getirirdi. Tereddütler, tekrarlar, yarım cümleler... Leonard yazdıklarında kendini görünmez kılardı.
O buralardan ayrıldıktan sonra, meslektaşları en iyi kitaplarını seçme girişiminde bulundular. Bunlardan biri, ülkemizde ne yazık ki itibar görmeyen George Pelecanos, Leonard’ın hem hayranı hem de dostuydu. Onun polisiyede yenilik yarattığını, hem kahramanlarına hem de kötü adamlarına derinlik kazandırdığını söylüyor. Pelecanos’a göre, üstadın en iyi beş kitabı sırasıyla şunlar: Valdez is Coming (1970), Hombre (1961), Swag (1976), Unknown Man #89 (1977) ve The Hot Kid (2005). İki tanesinin Western oluşuna dikkatinizi çekeriz. Western’ler onun için, Amerikan eski batısının sınırlarında geçen hikayelerdi. The Bounty Hunters ve onun ardından gelen kitapları gibi. Anca, western’in pek çok özelliğini doğuya ve yeni bir janra taşımıştı: örneğin kanun görevlileri ile ödül avcıları arasındaki anlaşmazlıklar, maddi olsun olmasın sınırlarda yaşayan kahramanlar... Pelecanos, son kitap olarak The Hot Kid’i seçmesinin duygusal bir seçim olabileceğini kabul ediyor. Yakın bir zaman önce ikinci el kitap satan bir dükkanda bulup okumuş. Aslında kitap, 1980’lerde yayımlanmıştı. İlginç yanı, Büyük İktisadi Bunalım dönemindeki bir gangster üzerine olması.
Son ana kadar böyle mi oldu bilmiyoruz ama, Leonard üç yıl önce elyazısıyla, özel olarak yaptırdığı sarı defterlere yazıyordu. Yazarlığa ilk başladığında, reklam ajansındayken böyle çalışmayı severmiş, sonra da aynı şekilde devam etmiş. Yazması bitince, yazdıklarını daktiloya çekiyor. Bilgisayara kanı kaynamamış.
Hep aynı düzeyde yazdı, kalemine hakimiyetinden hiçbir şey yitirmedi. Yılda bir kitap yazardı, kusursuz bir profesyoneldi. Meslektaşlarının takdirini kazanmıştı. Onun polisiyeyi bir adım ileri götürdüğünü, daha doğrusu, bir üstteki rafa çıkardığını düşünüyorlardı. Belki de yazılmışa benzeyen şeyler yazmamaya özen gösterdiği içindir. Bu yıl yayımlanan kırk beşinci kitabı Raylan, onun 1953’te çıkan Bounty Hunter’dan bu yana hiç durmadan altmış yıldır yazdığının kanıtı. Elmore Leonard, ancak Agatha Christie ve Georges Simenon gibi yazarlarla mukayese edilebilecek çok uzun bir meslek hayatının sefasını sürmüştü.
Yeni yorum gönder