“İyi bir hikaye, sıkıcı kısımları çıkarılmış yaşamdır,” der Hitchcock. Romanda diyaloğun amacı okuyucuyu olay örgüsü hakkında ya da bir karakterin ağzından, diğer bir karakter hakkında bilgilendirmek değildir. İyi diyalog gerçek gibi algılanmalı, ancak gerçek hayattaki gevşek diyalogların birebir kopyası olmamalıdır. Buket Uzuner'in Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları: Su isimli romanı diyalog nasıl olmamalı sorusunun cevabını veriyor bana kalırsa. Sadece diyaloglar değil, kişilerin iç konuşmaları da öyle... Roman kişileri, roman evreninde kendileri için yaşayan kişiler değiller. Kurgu son derece tutarsız olunca, içinde canlandırılmaya çalışılan karakterler de o yapı içerisinde anlamsız varoluşlara bürünüyorlar; okuyucuya ders vermek, yazarın dünya ve Türkiye hakkındaki düşüncelerini aktarmak için birer araçtan ibaretler. Bir zamanların kötü toplumcu gerçekçilik romanlarının söylev çeken militan tipleri gibi...
Uzuner, üç kâse Şamanizm, bir tutam çevre sorunu, HES, mezhep çatışması, kadına şiddet karıştırıp, üzerine bir miktar Lawrence Block marka Matt Scudder baharatı serpiştirerek bir polisiye kıvamı tutturmaya çalışmış. Maalesef ortaya çıkan sonuç pek hoş değil. Türkçe o kadar bozuk ki... O kadar çok hata var ki...
Konu, birdenbire ortadan kaybolan toplumsal sorunlara çok duyarlı Şaman/Kaman gazeteci Defne'nin aranması. Mekân Kadıköy Çarşısı; başrollerde bir Alevi olan, aşık olduğu Sünni kızla evlenmesine ailelerin karşı çıktığı, Matt Scudder hayranı 'komserim' Ümit; son on yıldır dükkanından sadece karşıdaki bakkala alışveriş için çıkan, Ümit'e Scudder'ı tanıtan Sahaf Semahat ve Defne'nin ninesi Umay Nine.
Olay örgüsü zorlama
Olay örgüsü o kadar zorlama ki, dokunduğunuz anda elinizde kalıyor. Defne'nin kaybolmasının, sonra arada bir görünmesinin, verdiği şifrelerin, Komiser Ümit'in bu durumlardaki tepkilerinin tutar yanı bulunmuyor. Hele yunusbalığının bıçaklanması, Semahat'in onu ziyaret sahneleri mizah sınırlarında geziniyor. Bunların üzerine bozuk dil ve yanlış anlamda kullanılan deyimler eklenince, “roman”ı okuma süreci zaman zaman ağlama isteği yaratıyor.
Azapkar, cinnetkar, magazinsel, haker gibi türetilmiş kötü sözcükler var. Sürekli "falan", "ya hu", "ve/ya", "handiyse", "kahve-altı" kullanımı tatsız. Sık sık sözcükler tırnak içine alınarak okuyucuya “Bu sözcük çok önemli!” uyarısı yapılıyor. Aşağıda hataların küçük bir kısmını aktarıyoruz:
"Çevreci Defne, metal dedektörlü kapıların radyasyon yaydığı yolundaki şehir efsanesine inanmış." (s.14) AVM girişlerindeki Xray cihazları ile karıştırıyor. Ayrıca iskelelerde kapı dedektörleri yok.
"'Yüzyılın en sıcak yazı', küresel ısınmanın bir sonucu olarak gündeme otururken, ne bu felakete yol açan insanlığın artan açgözlü tüketim hırsı, ne de aynı nedenden artan göç, kıtlık ve nüfus sorunlarına dair endişeler dile getiriliyordu." (s.14) Hatayı siz bulun, Türkçe testi olsun.
"Neden harıl harıl toprak altıyla üstünde binlerce canlıya birbirine gıda zinciriyle bağlı hayatlar sunarak biz insanlara hizmet eden derelerin yerine" (s.24) "Besin zinciri" olacak, gıda zinciri bambaşka bir şeydir.
"Tasvir'i her düşündüğünde içi yanıp burnu sızlayan Komiser Ümit, yine burnunu çekti." (s.29) “Burnunun direğini sızlatmak” mı demek istenmiş?
Bu serinin dört kitap sürecek olması ne yazık ki kötü haber
Çocukluğundan beri Kadıköy'lü olan Ümit, yıllarca devriye olarak dolaşmış, her gün Semahat'in dükkânının önünden geçmiştir ama ne hikmetse: "Aslında elden düşme kitap satanlara 'sahaf' dendiğini de üç yıl kadar önce Tasvir'le onu ayırmalarından evvel, Kadıköy Çarşısı'ndaki bir sahaf dükkânına birlikte gittiklerinde” öğrenmiştir. (s.32) Üstelik, "Kadıköy Çarşısı içinden başlayıp Moda'ya kadar uzanan güzergâhta birbirinden güzel ve gizemli onlarca sahaf dükkânı varken.." (s.32) Acaba Komserim Ümit süzme salak mıdır?
"Elinde kim bilir kaçıncı sigara ve kırtlama içtiği demli çayıyla" (s. 38) Doğrusu kıtlama'dır.
Sahaf'ın "Eskiliği; bir zamanlar en az bir kişinin okuduğu, gözlerinden zihnine düşünce ve duygular aktarmış oluşundan değerli, kim bilir hangi hayatlara kaç kere eşlik etmiş, görmüş geçirmiş kitaplardan meydana gelen on binlerce 'söz dünyasının' ev sahibiydi. (s. 42) Anlayabilene aşk olsun ya hu!
"Hani eski filmlerde 'bohçacı' falan diye takıldıkları tipler var ya, onlar aslında konak ve evleri dolaşıp bohçaları içinde kitap satarlarmış, ilk elektronik alışveriş, hah ha!" (s. 46) Nasıl bir benzerlik olduğunu ancak yazar bilebilir.
Ümit kendi kendine konuşmakta: “ 'Evlâdım, senin de soyadın Kaman, onun için sana geldik!' falan diye... Ne olmuş yani? Türkiye'de Kaman soyadı olan belki milyonlarca insan vardır?" Mutlaka vardır.
Semahat'ın Komiser Ümit'e anlattıklarından dinler konusunda bilgili olduğunu anlıyoruz. Bu kadar bilgili bir kadın, Alevi olan Ümit'e çay ikram ederken "Ya ben sık sık sana 'tavşan kanı' çay ikram ediyorum Komserim, ama acaba pot mu kırıyorum, ha?" diyebilmekte, bu kez biz şuursuz okurları aydınlatma rolünü Ümit üstlenmekte: "Ah Samahat Abla, Alevilerle ilgili öyle fazla yanlış bilgi var ki toplumda..." (s.60)
"zihni uzak bir yerdeymiş gibi orada bulunan bedeniyle soğuk suyu içti Ümit." (s.63)
"Fare düşse başını yaracak kadar karmakarışık masasının üzerinde telefonunu ararken" (s. 161) Fare düşse deyimi bir ortamın yoksulluğunu belirtmek için kullanılır, karışıklık için değil.
"gözlerini o şehrengiz manzaradan almadan" (s. 194) Şehrengiz; şehrin güzelliklerini anlatan edebiyat türüdür.
"Su ısısı sıcak ama hipotermi ve maserasyon riski var." Havalı sözler, ama üç günde ortada risk kalmayacağını, bir insanın sadece ceset olacağını bilmiyor yazarımız.
Yazarın son mesajı: "Bilgelik, ne pahalı arabasını satıp tüketim manyaklığına tövbe etmekle, ne de sûfi filozoflara güzellemeler yazarak elde edilecek kadar hızlı-kolay-hazır paket bir erdemdir." (s. 328) Mesajın adresini tahmin edersiniz. Ama maalesef Elif Şafak'ın vasat romanı Aşk, Su ile kıyaslandığında önemli bir yapıt sayılabilir.
Bu serinin dört kitap sürecek olması ne yazık ki kötü haber.
Çok yerinde bir eleştiri olmuş. Bazen sert çıkmak lazım, eksik tarafları da çatır çatır söylemek lazım. Alınmaca kızmaca yok. Biraz daha ihtimam ve özen gösterip daha doğru iş yapsa şu yazarlar, çok mu şey kaybederler acaba? Ama yok, illa hata yapacaklar, illa yazmak için yazacaklar, illa mesaj verecekler. Sonra da ekranlarda boy gösterip ne muhteşem iş yaptıklarını cümle aleme deyim yerindeyse empoze edercesine anlatacaklar. Sert ama yerinde eleştirilerinizin devamını bekliyorum Hayati Roman.
Sayın eleştirmen,doğrusu "kırtlama" da olabilir çünkü bu isim şekerin ısırılırken ki çıkardığı sesden yola çıkılarak konulmuştur.Aslen Erzurumluyum:"Kırtlama"nın menbaı.Siz çıkan sesi "kıt" diye algılarsınız,ben "kırt" diye algılarım.Kaldı ki,bizim oralarda da kimi "kırtlama",kimi "kıtlama" der.Bu kadar takılmaya gerek yok.Ayrıca, "Zihni uzak bir yerdeymiş gibi orada bulunan bedeniyle soğuk suyu içti Ümit." cümlesinde ne kusur var anlamış değilim? Eleştiriniz de haklı olduğunuz yönler yok değil,var.Özellikle "yazarın dolambaçlı ve bir o kadar da hatalı cümlelerle okuyucunun zihnini yorduğu" kısmında haklısınız.Fakat bana kalırsa,bazı "haklı tespitlerinizden" güç bularak eleştirilmemesi gereken yerlerede el atmışsınız.Sevgi ve saygılarımla...
Bravo. Nitelikli ve gerçekçi bir eleştiri. Kim olduğunuz değil, ne yazdığınız mühim olan.
Sayın Ziyaretçi Misafir,
Değerlendirmeniz için teşekkür ederim. "Ne var korkacak?" Korku ile bir ilgisi olmadığını belirtmek isterim. Takma isim tercihi edebiyat dünyasının dışında bir insan olarak, o dünyanın ve genelde dünyanın dışında kalmaya devam etmek arzusundan kaynaklanıyor. Siz de "Ziyaretçi" olarak kalmak istemişsiniz, ama bu iletişim kurmamıza engel olmamış, belki de önemli olan sadece budur.
Sevgi ve saygılarımla,
hayati roman
Hayati Roman'a "cesur" denmesi kadar büyük bir komedi olamaz. Önce takma ad kullanmayı bırakıp kendi adıyla yazsın...
Kimsenin etlisine sütlüsüne dokunmayayım tarzında yazarsan bi kaybın olmaz Ama eleştirirsen düşman kazanırsın.
Fethi Naci ortamının krallarındandı. 70lerde gençlere ''bilmem ne kitabını tartışın'' diye buyurabiliyordu. Yoksa öyle olmasa harcarlar adamı.
Cemil Meriç bir Milletvekilinin arkadaşının çevirisini kötülemiş, kendi çevirisini MEB 20 yılm basmamış.
Türkiye'de eleştiri kültürü yok. Kısmen de yazarlar çevresi küçük herkes birbirini tanıyor
Merhaba;
İşte budur. Ben bir şey olmadığım için bir şey yazamıyorum tabii. Ama böyle sizin gibi sesini duyurma imkanı yakalamışlar kral çıplak desin artık. Ahmet Ümit'in Bab-ı Esrar romanındaki dilbilgisi hatalarının da gün yüzüne çıkması dileğiyle...
"Üç Kase Şamanizm,Bir Tutam Çevre Sorunu,Biraz da Baharat" son dönemde okuduğum en tutarlı ve çözümleyici bir eleştiri yazısı.
Uzuner'in kitabı okunmuş ve yerinde notlar alınmış.
Etliye sütlüye dokunmuş ki iyi de yapmış Hayati Roman.
Yazıyı ücretsiz olarak edindiğim dergiden okudum.
Şunu düşündüm Sayın Roman'ın yazısını okuduktan sonra:
Niçin bütün kitap tanıtım dergileri,ekleri suya sabuna dokunmuyor?
Bu kadar başarısız,niteliksiz kitap varken niçin bunlar ortalama(yuvarlak) cümlelerle allanıp pullanmaya çalışılıyor?Yazılar karşılığında küçük de olsa para alındığı için mi?Yok mu hiç bir yayınevi ile organik bağı olmayan bağımsız ve namuslu bir eleştirmen?Ya da zaman zaman eleştirel yazılar da yazan yazıncılar.
Evet, aslında pek okumadığım bu dergi Roman'ın bu değerli yazısı ile ilgimi çekti.Yalnız neden bu takma isim?Gerçek ismi ile yazmasını beklerdim.Ne var korkacak?En fazla yazdığı kişiler tarafından "kara listeye"(!) alınırlar o kadar!Kaldıki böyle "doğru ve tutarlı" şeyler yazan bir yazar olsa olsa saygınlık kazanır.Fethi Naci'yi bu anlamda gerçekten özlüyorum....
Buket Uzuner, elbette bir yazıncı değil.Yazdıklarında bir yazınsallık aramak boşuna.Bu "olumsuz" anlamda görülmemeli.Yazıyor hepsi bu...Acı olan şu:Uzuner gibi insanlar yaratıcı yazarlık dersleri veriyor olamalrı.Eskiden insanlar bu kadar cesur değillerdi...Hadlerini bilirlerdi...
Onca nitelikli kitap yayımlanıyor çoğu kitap raflarında bile görülemiyor.
Ama vasat onca kitap salt bilinen büyük yayınevlerinden çıktığı için bu kitaplar üzerinde birileri "içi boş, tantanalı" tanıtım yazıları yazıyor.
Al gülüm ver gülüm ilişkileri!
Ayrıca derginin bu saysında Sibel Oral'ın "Hepsi Sizin Eseriniz!" adlı kısa yazısı çok çarpıcı.Bir düzyazı şiir havasında.Lirik ve etkileyici...
Kaya Genç'in "Öbür Dünyadan Sevgiler"i de nitelikli bir deneme.
"Öfke"den hareketle yazılmış bir deneme sanırım.
Diğer eleştiriler çok kısa.Eleştiri değil küçük tanıtımlar.
Yeni yorum gönder