Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Uygarlık, krediler ve kocalar



Toplam oy: 1006
Alberto Moravia // Çev. Eren Yücesan Cendey
Destek Yayınları
Küçümseme, evlilik ve aşk üzerinden, seçimlerimizi şekillendiren kültürel şifrelere kafa yoran bir metin; biz okurlara üstünde düşünmemizi sağlayacak meseleler veriyor.

İlk kez 1954’de yayımlanan Küçümseme, Alberto Moravia’nın, 20. yüzyılın ortalarında Avrupa’da değişmeye başlayan sosyal ve kültürel değerleri, bir evlilik üzerinden okumaya, yorumlamaya çalıştığı analitik bir metin. Böyle bir yaklaşım, kurguyu şekillendiren tüm unsurları, mekanı, zamanı, atmosferi ve karakterleri güçlü bir biçimde domine etme riski taşırken Alberto Moravia, bu tehlikeyi psikanalizin terminolojisine boğmadan üstelik bir heyecan duygusu ile gerilimin ritmini kontrol etmeyi başararak bertaraf ediyor. Bu noktada şunu söylemek mümkün. Hikaye bir anlamda kendisini, kahramanlardan Riccardo Molteni’de, karısı Emilia’nın ona karşı değişen tavrı ile birlikte oluşan duygusal yarılma üzerine inşa ediyor. Sayfalar boyunca okuyacağımız şey aslında Molteni’nin açmazları ve ikilemleri oluyor Küçümseme’de…

 

1963 yılında Fransız Yeni Dalga Sinemasının öncü yönetmenlerinden Jean Luc Godard tarafından Le Mépris (Nefret) adıyla çekilen sinema filmi, Küçümseme’nin etkili bir uyarlaması. Le Mépris, Godard sinemasının temel izleklerinden olan yeni orta sınıfın huzursuzluklarını, bir kurum olarak evlilik olgusunu sürekli olarak didikleyen bir anlatım diline sahip. Küçümseme de sorgulayıcı ve yadırgatıcı biçimselliğini muhafaza eden bir teknikle Fransız yönetmenin ilhamı oluyor. 

 

Emilia, Molteni’ye onu neden sevmekten vazgeçtiğine dair tek bir açıklama yapıyor. Onun erkekliğini yetersiz bulduğunu ve küçümsediğini söylüyor

 

 

Kitabın başkarakteri olan Riccardo Molteni, Romalı bir yazar. Aslında tiyatro için daha sofistike, daha rafine metinler kurgulamayı hayal ederken, ekonomik kaygılarla televizyon ve sinema için senaryolar yazan bir entelektüel o. Karısı Emilia ise geleneksel alışkanlıklarının ve inançlarının ötesinde kültürel kaygıları olmayan, belki Molteni’ye göre daha “dünyevi”, alımlı ve güzel bir kadın. Bir dönem sekreterlik yapmış, ev sahibi olma düşleriyle biçimlenen bir dünyası var. Bizim için, hem Molteni’yi hem de Emilia’yı bir evlilik şeması içinde okumayı mümkün kılan diğer iki önemli karakter ise film yapımcısı Battista ve Alman yönetmen Rheingold. Hikayenin çekirdeğini, karısının ev hayalini gerçekleştirmek isteyen Molteni’nin, hayallerinden vazgeçip, “büyük fedakarlıkla” sevmediği bir işi yapmaya ve banka kredilerini ödemeye mecbur kalması ile ilgili modern bir zaman buhranı oluşturuyor. Aslında Moravia bu dünyevi tutkuyu tek başına bir evliliği, bir birlikteliği nasıl örselediğini, eksilttiğini göstermek için hikayesine harç yapmıyor. Ancak çiftlerin ait oldukları düzeni temsil ederken diğer yandan da ait oldukları şeye dönüştüklerini işaretliyor. Fakat Moravia bu modern dramda çok daha önemli bir şeyi görünür kılarak, Küçümseme’yi psikanalitik bir okumanın merceği altına yerleştiriyor. Evlilik olgusunun hem kendisini hem de onu kurumsallaştıran çiftleri nasıl bir dönüşüm sürecine mecbur kıldığını göstermeye çalışırken zengin karakter tahlillerine de olanak tanıyor. Elbette bunu yaparken klişelere yenik düşüp, evlilik sürecini “trajik ve umutsuz” bir döngü olarak yerip, okurun yerine yargılara varmıyor. Onun yerine kendimizi ve ihtiyaçlarımızı tanımlayabilmek için, her şeyi olduğu gibi aşkı, cinselliği ve birlikteliği anlamlarla yine yeniden ürettiğimizi hiç unutmayarak kendimizi bilme ihtiyacımıza öncelik veriyor. Emilia’nın bir anda Molteni’yi sevmekten vazgeçmesinin yanıtını ise sadece “evlilik ihtiyaçlarımızın tamamına cevap vermeye yetmez” önermesini kabullenip onun içinde aramıyor. Emilia, Molteni’ye onu neden sevmekten vazgeçtiğine dair tek bir açıklama yapıyor. Onun erkekliğini yetersiz bulduğunu ve küçümsediğini söylüyor, bu karaktere sahipken de ona saygı duyamayacağını dile getiriyor. Ama bu hissini geçerli kılacak bir tecrübeyi de getirip Molteni’nin önüne koyamıyor. Bu durum aslında bir aşk, bir seven performansı kadar erkeklik sürecini de okunur hale getiren bir tutum.

 

Avrupa’da yükselen yeni değerler ve bu değişime entegre olmaya çalışan orta sınıf insanın çelişkilerini elbette okumaya çalışıyor Moravia. Ancak metinde yapmaya çalıştığı başka bir şey de var. Baş karakter Molteni’nin iyi bir eğitim almış, rafine zevkleri olan bir entelektüel olarak kurgulanmış olması tesadüf değil. Üstelik Emilia’nın onun erkekliğini, karakterini küçümsemesi onda saklı duran aşağılık kompleksini de görünür hale getiriyor. Yani bir anlamda Moravia, erkek aydınların, kelimenin çift anlamlılığıyla aşağılanma endişesini de su yüzüne çıkartıyor. Ancak Molteni, karısının aşkını kaybetmenin yanı sıra bir kişilik meselesi olarak kendi ile karşılaşmanın hüsranını da yaşıyor ve endişelerinin giderilmesini, tatmin edilmesini istiyor. Bunun için durmadan Emilia’yı sıkıştırıyor. Hatta hiç arzu duymasa da Emilia’nın Battista’yla yakınlaşmasına da seyirci kalıyor. Bu noktada Moravia’nın getirdiği, uygarlaşmış erkeğin modern zamanlarda karşılığı olmadığı, kadının korunma arzusuna yetemediği önerisi çok ikna edici durmuyor. En azından yönetmen Rheingold’un Odysseia oyunu için yaptığı psikanalitik yorum, bu önerinin içini doldurmaya çalışsa da tek başına durumu açıklamaya yetmiyor. Battista, uygar Molteni’nin zıttı olarak varlıklı, kudretli, hayvani arzularını evcilleştirmeyen ihtiraslı yapısıyla primitif/uygar karşıtlığını daha belirgin hale getirerek Moravia’nın önerisini toparlıyor, destekliyor. Molteni/Battista önermesiyle okura, neyin ya da kimin ihtiyaçlarımıza cevap verebileceğinin, anlaşılmayı mı arzulanmayı mı seçiyor olduğumuzun, anlamlarımızın gereksinimlerimize, kendimizi üretebilme gayemize yetip yetmediğinin zihinsel etüdünü yapma olanağını tanıyor Alberto Moravia. Öte yandan yine Riccardo Molteni başkarakteri ile aslında kendimizle karşılaşmanın ve onu bilmeye mecbur kalmanın yarattığı ruhsal gerilimi de oldukça etkili bir biçimde resmediyor. Ama aynı zamanda yine kendimizle ve dışımızda kalan ötekiyle bağ kuramamanın yarattığı şaşkınlığı ve dehşeti de gözler önüne seriyor. Küçümseme’de yaşanan yalnızca biten bir aşk, tutku ya da cinsel arzu değil; Molteniler’in evliliği bir biçimde kültürel bir huzursuzluğun da göstergesi. Moravia bize gerçek bir hesaplaşma/yüzleşme gerçekleşmedikçe mesafelerin uzayacağını, bizi gerçek arzularımızı tanıma fırsatından alıkoyacağını da söylüyor Küçümseme’de…

 

Küçümseme, evlilik ve aşk üzerinden, seçimlerimizi şekillendiren kültürel şifrelere kafa yoran bir metin; Homeros ile Freud gibi psikanalizin ve edebiyatın önemli isimleriyle okumalar yapıyor. Bu anlamda biz okurlara da üstünde düşünmemizi sağlayacak meseleler veriyor.

 

 

 


 

 

* Görsel: Can Çetinkaya

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.