Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Uzaklık Yaralar Yakınlık Yorar



Toplam oy: 221
Ali Işık’ın acele etmeyen, yavaş yavaş anlatan, okuru yormayan, detaylarda boğulmayan, öykünün finaline doğru okuru telaşesizce taşıyan bir tavrı var. Yazarın üçüncü öykü kitabı Uzaklık Yaralar postmodern uygulamalar anlamında da oldukça yetkin bir anlatıma sahip.

Ali Işık üçüncü öykü kitabını neşretti: Uzaklık Yaralar. Özellikle ikincisine göre bu kitabının postmodern uygulamalar anlamında daha “seyrelmiş” olduğunu gördüm. Görece daha serbest, daha sade bir anlatıma sahip Uzaklık Yaralar.

 

Yazarın yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla ilgili bir mesleğinin olması veya bu alana ilgi duyması Türk öykücülüğü bakımından yenilik teşkil eden öyküler yazmasına sebep olmuş. Kitabın bir bölümünü bu yeniliğin belirlediğini söyleyebiliriz. Afrika veya Balkanlar’da yaşananlar, öykülerin konusu haline geliyor. Boşnak bir Müslümanın senelerce hapiste kaldıktan sonra ansızın çıkan bir afla ailesine kavuşmasını anlatan 'Eve Dönüyorum' hem konu hem de mekân anlamında öykücülüğümüz için yeni. Farklı. 'Beyaz Ev' ise Afrika’da dışarıdan gelenlere nasıl bakıldığını, özel olarak da Türklere nasıl bakıldığını göstermesi bakımından ilginç.

 

Burada “beyaz adam”la Türk olan bir “beyaz adam”ın ayrı ayrı algılanması, Türklere daha olumlu bir bakış sergilenmesi önemli bir ayrım. Kitabın “uzaklıklara” ilişkin öykülerinden biri ise 'Tam O Ân'. Afrikalıları çekeceği güzel fotoğrafları için malzeme gören bir Batılı ve fotoğrafını çekmek istediği kişinin bu durumu anlayarak Batılıya olumsuz bakışı yansıtılıyor. Afrika’yı ve Afrikalıyı aşağılayarak bakan Batılı bakış malumumuzdur çokça. Ama burada bu bakışı yakalayan ve ona hak ettiği küçümseyici tavrı iade eden yerli bir bakış daha var. Bir yerde oryantalizmle oksidentalizm aynı karede birleşmiş. Hasılı, Ali Işık, Türkiye’nin çok uzaklarından mekanlar ve insanlar devşirerek onu öykücülüğümüzün bir konusu haline getirmeyi başarmış.


Modern dünya kapanı

“Yakınlık yorar” derken, yani kitabın ismine kafiyeli bir başlık ilave ederken kitapta yer alan başka bir konuya dikkat çekmeyi amaçladım: Özellikle 'Atlar da Gitti' ve 'Dilsiz Uşak' öyküleri, Ankara merkezli bir bürokrasinin resmedilmesi, bir anlamda da eleştirilmesidir. İnsanların sabah kalktıkları andan eve döndükleri zamana kadar geçen sürede kendi çıkarları veya kariyerleri için adım atmaları, her söz ve davranışlarını bazı kişisel amaçları için planlamaları modern dünyanın bireyi kapattığı bir “kapan”, bir hapishane gibi algılanır ve böyle öyküleştirilir. Şimdi okuyacağımız satırlar, şehrin ve modern hayatın insan için nasıl bir kapana dönüştüğünü örnekler: “Her sabah aynaya baktığında, karşısında, tek amacı yaşamak zorunda kaldığı şehirden kurtulmak olan bir adama dönüştüğünü görebiliyordu. Şehir gün geçtikçe daralan cam bir fanusa dönüşmüştü. … Gün geçtikçe şehrin bir satranç tahtasının üzerine kurulduğuna dair düşünceleri netleşmişti. Herkes sabah evinden sanki bir hamle yapmak üzere çıkıyordu.” (s.78-79)
Aynı öyküde şair Adonis’ten yapılan alıntılar, belki yazar için kaçışın adresini göstermesi bakımından önemlidir. Kaçış daima kentten uzağadır. Kaçış daima doğaya doğrudur. Bunu sadece Ali Işık bağlamında söylemiyorum. İnsanoğlu, kentte yitirdiğini doğada bulacağına inanır ve sağalmak için yönünü kırsala çevirir. Yakınlık yorar ama insanın da kaçıp kurtulacağı bir yurdu, bir telafi imkânı vardır. Bu da belki biraz tabiatsa biraz da sanattır. Kitaptaki 'Seher Yeli' öyküsü bence bu kaçışın ifadesidir. 'Kaçış' kente rağmen yeniden durum almak ve ruhunuza çeki düzen vermek ise elbette kaçış olmaktan çıkar. Bu bir anlamda dirilişe dönüşür. Kitapta doğaya ve şiire atıf yapılması, yazarın alıntıladığımız bölümde girdiği açmazı nasıl telafi edeceğine dair bir işaret değeri taşır. 'Yeniden' öyküsü de bu yenilenme, değişme, dirilme teşebbüsünde köyün, çocukluğun bir adres olabileceğine işaret eder.

Postmodern edebiyat oyunları
Kitapta yer alan ve son zamanlarda ülkemizde hızla yükselen seyahat etme alışkanlıklarımız paralelinde yazılmış olan 'Acelemiz Var' da seyahatin yeni biçimlerine yöneltilmiş bir eleştiridir. Duyumsamadan, durmadan, dinlemeden, düşünmeden, hissetmeden, özümsemeden hızla yapılan yolculuklar insana kişisel bir tatmin duygusu vermez, doyumsuzluk verir. Kitabın son öyküsü de belki başka bir yazımızın konusu olmalıdır. Bu öykü, dört Balıkesirli öykücünün birbirleriyle oynadıkları bir oyundur. Oyunun üçüncü halkasıdır. Postmodern edebiyat bu tür oyunlaştırmaları sever.
Ali Işık’ın acele etmeyen, yavaş yavaş anlatan, okuru yormayan, detaylarda boğulmayan, öykünün finaline doğru okuru telaşesizce taşıyan bir tavrı var. 'Seher Yeli'nde bu telaşesiz ve hararetsiz anlatım birden hızlanıyor. Dil şiirselleşiyor. Devrik ve eksiltili cümleler anlatının hararetini artırıyor. Tempo bir hayli yükseliyor. Son cümlemiz: Uzaklık Yaralar, geride bıraktığımız yılın en iyi öykü kitaplarından biri.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.