Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ve bir Céline daha



Toplam oy: 1498
Louis Ferdinand Celine
Yapı Kredi Yayınları
Çünkü yazmak yetmiyor, demiş Céline. Bir de konuşmak gerekiyor! Artık böyle! Nasıl olsa biri beni satacak, en azından o kişi ben olayım, deyip başlamış konuşmaya.

Belki de en doğrusu buydu. Gecenin Sonuna Yolculuk’tan sonra Profesör Y ile Konuşmalar’ın gelmesi. Ne de olsa ilki bir makineydi. Delik deşik üniformalar ve başıbozuk kelimeler ve kuduz torbası salyalar ve üç milyon üç yüz otuz üç bin üç yüz otuz üç noktalar ve kan ve kemik ve ölüm ve kalım ve insan ve müsveddesi ve meselesiyle inşa edilmiş dev bir makine. Türkçede, Yiğit Bener marifetiyle çalışmaya başlayalı 11 yıl oluyor. Tam 11 yıldır, durduğu yerde titreyip, garip sesler çıkarıp, kendi çıkardığı yangını kendi söndürüp gecenin sonuna Türkçe gidiyor. Her ne kadar yola çıkış tarihi 1932 ve yola çıktığı yer, Céline’in Fransızca beyni olsa da şimdi artık dünyanın kırk dört diline dağılmış sürüyor, Muhteşem Gecenin Muhteşem Sonuna Muhteşem Yolculuk. Céline adlı fabrikadan çıkan ilk makinenin markası... Ve öyle görünüyor ki garanti süresi 81 yılı çoktan aşmış, asırlara doğru gidiyor. Diğer makineleri de öyle: Mort à Crédit, Mea Culpa, Rigodon, Guignol’s Band ve o ve bu ve şu…

 

Ama yine de bütün bunlara bir kullanım kılavuzu lazım, demiş, Céline. Oysa daha 2001: Bir Uzay Efsanesi’nin açılışındaki “hominidler ve monolit” sahnesi daha çekilmemiş. Demek ki bir ihtiyaç olacağını hissetmiş! Hatta hissetmekten öte birtakım hominidlerin, inşa ettiği makinelere, birtakım monolitlere yaklaşır gibi yaklaşıp çaresizce açma-kapama düğmesi aradıklarına tanıklık etmiş ve 1955 yılında, öfkesinden zaman ayırıp, “Céline ve Makinelerini Anlama ve Kendine Zarar Vermeden Kullanma Kılavuzu” diye de adlandırılabilecek bir kitap yazmış. Platon’un Diyaloglar’ından beri, dünyanın amacına ulaşmış bütün kılavuzlarının “Sıkça Sorulan Sorular” tekniğiyle yazıldığını çok iyi bildiğinden önce eline biraz çamur, biraz da gözlük camı alıp karşısına oturtacağı ve kendisine sorular yöneltecek bir akademisyen yontmuş: Profesör Y. Sonra da profesöre Paris’in parklarından birinde randevu vermiş: “Gelin ve konuşalım!” Çünkü yazmak yetmiyor, demiş Céline. Bir de konuşmak gerekiyor! Artık böyle! Nasıl olsa biri beni satacak, en azından o kişi ben olayım, deyip başlamış konuşmaya. Ve Céline konuşmuş. Ve Céline dinlemiş. Ve Céline, Profesör Y adını verdiği bir dünya insanla hesabını sonsuza dek kapatmak üzere hayali bir röportaj yazmış. Döneminin edebiyatından, edebiyatı kuşatmış insanlarından, sinemanın fotoğrafı, fotoğrafın resmi ve içinde yaşadığı ülkenin kendini boğazlamasından söz etmiş, kimsenin edemediği kadar Céline’e küfredip, kimsenin itiraf edemediği kadar bir dâhi olduğunu defalarca tekrarlamış. Ancak bunu öylesine bir coşkuyla yapmış ki sanki kağıtlara değil de kendi mezar taşına yazıyormuş gibi kazımış cümleleri. Ve Ayberk Erkay, tam da elindeki bakırı sabırla çekiçleyen bir zanaatkar gibi bu kazıma seslerini Türkçeye çevirmiş…

 

Görsel çalışma: Selçuk Ören

 

 

Bazı yazarların hayatları hikayelerinde, bazılarınınki de üsluplarında gizlidir. Céline’in, bu dünyadan ve üzerinde yaşayanlardan anladığı ne varsa üslubundadır. Her şey ve herkes ve her an ve her yer o üsluptadır. Çünkü yazar, hikayeyi nakleden, sahip olduğu üslup da nakil aracıdır. Dolayısıyla “Bir metroyum ben,” der Céline. Profesör Y ile Konuşmalar’ında. Hepinizi alır, giderim. Geride bir şey bırakmam. Hepinizi anlatır ve hepinizi yerin dibine sokar ve hepinizi içimde taşır ve asla yavaşlamam. Çarpacaksak birlikte çarpacağız son durağın o duvarına! Sonra da parçalanacaksak parçalanacağız! Hep birlikte! Bütün hikaye bu, başka da yok. Gerek de yok…

 

Belki de bu noktada ars poetica ve arsız poetica tamlamalarını anmak ve bir illüzyonistin en değerli numarasının inceliklerini açıklamasıyla benzerlikler kurarak, şiirin şiirini yazmanın ne anlama geldiğini teknik açıdan irdelemek gerekebilir ancak bu satırların yazarının edebiyattan anladığı Céline’le sınırlı olduğundan, konuyu çok merak edenlerin kendilerine bir profesör bulup onunla konuşmaları daha verimli olacaktır. Üstelik bulmaları da zor olmayacaktır. Ne de olsa profesörler A’dan başlamakta ve Z’ye kadar gitmektedir. Y hariç herhangi biri olabilir. Çünkü o hala altına etmekle meşgul!

 

“Adam idrak edemiyordu ki… millet toplanmış bizi seyrediyor!... bu işiyor, millet seyrediyor! Bu salıyor, millet seyrediyor!... koca göl yaptı herif kumun üstünde…” (s. 86)

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.