Ömrü boyunca sisteme direnmiş, sistemin sunduklarını şiddetle reddedip kafasının dikine gitmiş, göreceli “ahlaksız” bir yaşamın peşine düşmüş biri, ihtiyarladığında neler düşünecektir? Bedensel yorgunluğu, gölgelerinden sıyrılıp gerçeklik kazanan hastalıkları ve en yakınlarının ölmüşlüğü onu yalnızlığıyla imtihana mı sürükler? Yaşanırken zevk veren şeylerin şimdi uzak bir anı olarak can yakması karşısında o eski bıçkınlık, yerini “eziklik”e mi bırakacaktır? İnsanın dışında ne varsa acımasızdır belki de artık. Kocayan kurdun köpeklerin maskarası olmaması için bir telafi tarifi geliştirmek gerekecektir. Telkindir bunun adı: Kendi kendine kendini anlatmak, hatırlatmak. Varlığını sakinleşmeye, moral kazanmaya davet eden telkinin ego ile ilgisi yoktur – birdenbire beliren yaraların, ağrıların çaresini kat ettiği mesafede aramanın mantığı bir iç hesaplaşmadan çok, yeniden odaklanma uğraşıdır. Çünkü sosyal bir Alzheimer illetinin içine atıldığının farkındadır ihtiyar. O unutmasa da diğerleri onu unutuyordur. Trajedinin çıkış noktası da tam olarak budur. Gitgide kaybettiği cesaret ve güven duygusunu perçinlemesi şartı – yoksa sistem, yıllardır biriktirdiği öfke ile onu yutmaya, sindirmeye ve ortadan kaldırmaya hazır beklemektedir.
Ömrü boyunca sisteme direnmiş biri, ihtiyarladığında neler düşünecektir? Bedensel yorgunluğu, gölgelerinden sıyrılıp gerçeklik kazanan hastalıkları ve en yakınlarının ölmüşlüğü onu yalnızlığıyla imtihana mı sürükler?
İhtiyar, tekrar edecektir. Söylediklerini, yazdıklarını, yaptıklarını hep tekrar edecektir. Tekrarın nedeni bunaması değil, varlığının temsil ettiği gerçekliği baştan ezberleme etüdüdür. Kaidesi sağlam hiçbir heykel devrilmez. Köküyle toprağın en derinine yapışmış hiçbir ağaç yıkılmaz. İhtiyar tam da bunu anlamak için yaşlanmıştır zaten. Cemaati tarihten silinmiş bir din adamının Tanrıya anlatacakları şimdi daha önemlidir. Yeryüzünde sıradan bir canlı olarak süresini tamamlama çabası devletle, tutuculukla, vahşi halkla kuşatılmış birinin mırıldanmaya dönen tiradı –kimse tarafından duyulmasa da– biricikliğini asla kaptırmaz. İhtiyar, son sözlerine hazırlanmaktadır açıkçası. İhtiyarın son sözleri o an için dikkat çekmese de mutlaka zamana zarar verecek, zamanın iktidarlarla kurduğu ilişkiyi büyük ölçüde ileride zedeleyecektir. Deneyimlerden süzülmüş, öyle aforizma niteliğine bürünmüş sözler de değildir bunlar doğrusu – hayatta kalma kırıntılarıdır. Bazı yüzleri, bazı olayları, bazı yanılgıları, bazı aşkları tazeleme pratiğidir. İhtiyar, bu hakkını savunmak için beynini, hafızasını, ruhunun en ücra köşelerini didik didik eder ve son sözlerinin öznelerini, fiillerini bulup ortaya çıkartır. Sakın ola yanlış anlaşılmasın: Savunmasını güçlendirmek için mahkemeye yeni kanıtlar, yeni tanıklar sunma mücadelesi değildir yaptığı; öz değerini sınama, boşa harcanmadığına inanmak adına bir ömrü gözden geçirme ve memnuniyetini gizleyememedir. Yalnızlık, yalınlık diye değişir. “Yaşa ve gör” ilkesi etki-tepki yasasından daha çekicidir kimilerine göre. Hele bu tür ihtiyarlar “yaşa ve gör” ilkesinin simyası sayesinde dayatılan uygarlığın dışına taşmayı başarabilmiş, tabiatın renk skalasına uyum göstererek düşmandan saklanabilmişlerdir. Bu tür ihtiyarlar alt kültürün yüz akıdır.
Onlar, yaşlanmadan çok önce ölü kabul edildiklerinden dolayı biyolojik formasyonlarını aykırı fizyolojilerinde tamamlamışlar ve aramızda öyle dolaşmışlardır. Gri, kahverengi, mor, bej, siyah, gül kurusu tonlarındadırlar hep; çevrelerinde olup biteni de böyle renklendirirler. Bambaşka bir keşiş, bambaşka bir hocadırlar aslında – meczup görünerek illüzyonlarını imgelere boğarlar. Biz bu ihtiyarları sevmekle sorumluyuz. Bu ihtiyarları sevme sorunu yaşayanlar ise daima eksiktirler.
William Seward Burroughs, işte bu ihtiyarlardan sadece bir tanesi. Beat Kuşağı’nın kedicil, inançlı, canki serserisi 83 yaşında ölmeden önce yaklaşık dokuz ay yalnızca günlük tuttu. Edebiyat dünyasına armağanı olan “cut-up” tekniğini bu kere kendi hayatının tutanaklarına uygularken ortaya çıkan eser Son Sözler’di. Bindirmelerden, metin katmanlarından uzak durarak mümkün olduğunca sade ve net ifadelerle ölüme doğru hazırlanan bir gevşeme günlüğü. Dağınık yazmayı, yazdıklarını toplamayı sürekli dostlarına devretmeyi seven Burroughs, bu günlüğün de ardından düzenleneceğine emindi bence. Son Sözler, onun hüzün karşısındaki tavrını ilk kez gün ışığına çıkartması yönünden de ilginç. Duygusal yanını gizlemeyi erdem sayan bir ustanın dinginliği, ıssızlaşması takipçilerini şaşırtmasa da aramızdan ayrılmasına üç gün kala günlüğünü kapatırken yazdığı son satırlar olan “Sevgi? Nedir ki? Dünyadaki en doğal ağrıkesicidir,” saptaması ağır bir keşin içten içe neyi özlediğinin, neyi aradığının yürek burkan işaretleri gibi.
* Görsel: Servet Kesmen
Yeni yorum gönder