Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Vonnegut iyi insanı ararken



Toplam oy: 916
Kurt Vonnegut // Çev. İmra Gündoğdu
Nora Kitap
Enayinin Portföyü'nde Vonnegut, kirli çamaşırlarımızı yine mizahla, ironiyle ve hayli dokunaklı biçimde ortalığa saçıyor.

Kurt Vonnegut, hep bildiği yoldan gitti; “bildiğini yazdı.” Bunu yaparken de metinlerinden ironiyi hiç eksik etmedi. Zaten büyük acıların ortasında kalan kalemi sağlam yazarların, ironinin âlâsını yapma hakkı hep saklı. Vonnegut, eserlerinde o hakkı sonuna dek kullandı. İroniyle beraber yürüyen mizah, onun perdeye değil de, perde gerisindekilere yoğunlaşma huyuyla birleşince ortaya, 20. yüzyıl insanının anlam veremediği kimi durumları bütün çıplaklığıyla anlatma becerisi çıktı.

Vonnegut, bildiğimizin dışında bir efsaneydi ve efsane sürüyor: Daha önce yayımlanmamış öykülerini bir araya getiren Enayinin Portföyü'nde, Vonnegut her zamanki gibi kirli çamaşırlarımızı yine mizahla, ironiyle ve hayli dokunaklı biçimde ortalığa saçıyor.

 

 

Kendi yolunu çizmek isteyenlere...



Vonnegut, zamanla sorunu olan bir yazardı. Çoğunlukla geri dönüşler yapar ama oradaki hiçbir şeyi temize çekmeye uğraşmadan yaşananların üstünden kendi üslubuyla geçerdi. Buna kattığı kurguyla da sanatını konuştururdu. Enayinin Portföyü'ndeki öykülerde de buradan ilerliyor fakat kendisine yöneltilen “zamana kafası takık” eleştirisini boşa çıkarıyor. Çünkü göremediğimiz ayak oyunlarını ve başarısız hinlik girişimlerinden doğan trajikomik durumları anlatarak ölü gibi yaşadığımız anları yüzümüze vuruyor. Yani zamanla sorununu, dolu metinler yoluyla yaşıyor. Üstelik bakıp keyif almak yerine, çiçeklerin kökünden koparıldığı dönemlere atıf yaparak insanoğlunun zalim tarafını vurgularken hikayeler uydurmayı bırakmanın, çocukluğu öldürme anlamına geldiğini de ima ediyor. Ancak Vonnegut, hikaye uydurmak ile kandırmak arasındaki ince çizginin farkında ve kandırılan insanın kendisini ne kadar aptal, kandıranın da zeki hissettiğini öykülerinde çarpıcı biçimde dile getiriyor. Günahı iyiliğinden fazla kurnaz insanın portresini çiziyor bir bakıma.

Öykülerin satır aralarında, naif olanlarla onu avlamaya hazır insanların hayattaki konumu belirgin bir yer kaplıyor; böylece hiç eskimeyen ama şekil değiştiren hikaye bir kez daha karşımıza çıkıyor. Vonnegut'un öyküleri, hiçbir şey anlatmıyor gibi görünürken öyle bir cümleye çarpıyoruz ki resmen silkeleniyoruz: “Hayatınızı başkalarının istediği şeyleri yaparak harcayamazsınız.”

Vonnegut'un hep en iyi bildiği şeyi, yani ABD'yi anlattığı zaten ortada. Bunun yergi dolu hali ve zaman zaman kendisi ve çevresiyle alay edercesine kaleme kağıda sarılması, onun edebiyat omurgasının sağlamlığını da gösteriyor. Enayinin Portföyü'ndeki kimi öykülerde, girdiği bu damar tarihle buluşarak yine zaman sorununa ulaşırken Vonnegut, köklerine dönüp bakmayı ihmal etmiyor: “Pis işlerin en pisleri çoktan yapıldığı için benim atalarım okullarını, kütüphanelerini, senfoni orkestralarını ve benzerlerini inşa ederken Âdem'le Havva gibi pirüpak hissetmişler; sanki bu verimli topraklarda onlardan başka kimse yaşamamış. Doğurgan olduklarından çoğalmışlar fakat tıpkı benim gibi kendilerini Alman olarak görmeye devam etmişler.”

Vonnegut, zamanında süregelen çılgınlığı bize anlatırken tıpkı Enayinin Portföyü'ndeki öykülerde olduğu gibi küçük hayat dersleriyle önümüze dikilmeyi hep bildi. Ama öğreten değil, anlatan adam oldu. Bu kitapta da böyle; bazen yazar ve antropolog bazen de sokakta yürüyüp etrafa bakınan bir adam olarak beliriyor. Belki karanlıkta geziniyor ancak daha iyiye ulaştıracak yolları; üstün olanı değil, iyi insanı arıyor.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Servet Kesmen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.