Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ya kurban Oedipus ise



Toplam oy: 1210
Alper Canıgüz
April Yayıncılık
- “Ne acayip çocuksun sen yahu…” - “Bir sen kalmıştın bunu söylemeyen. Hadi işimize bakalım.”

Bu yazıdaki işim, Alper Kamu’nun ne acayip bir çocuk olduğunu anlatmak. Fransız kaleci Albert Camus’nün uzaktan akrabası, yazar Alper Canıgüz’ün alter egosu Alper Kamu, beş yaşının baharında, dünyadaki sefil varlığının sebebi babası ve deterjan, çamaşır suyu donanımlı annesiyle birlikte payına düşen ölümlerden nasiplenerek yaşayıp gitmekte. Beş yaşında ama beş yaşında gibi değil. Işte bu onun laneti. Divanın altında vakit geçirmeyi sever. Biraz daha matematik öğrenme bahanesiyle erteliyor intihar planlarını. Anaokulunda dikiş tutturamamış.

Darbelerini alçaktan savurur. Boy meselesi. Bir gün, amca boy gömlekleri giyme boyuna ulaşma ümidi yok. Çayı açık içer, malum yaşı küçük, dokunmasın. Ucuz votkayla demlenir, kaçamaktan ve efkardan. Bamya yemek, gururuna dokunur. Aslında duygularını saklamayı bilir ama bunu yapmayı küçültücü bulur. Polis arkadaşları var, ama arkalarından “aynasız” da der, “rejimin teminatı” da. “Feodal göt” gibi küfürler bilir. İsmet Özel, Zweig okur. Saint-Saeans dinler. Bebekken radyoaktif bir entelektüel tarafından ısırıldığını söylese de inanmayın. Reenkarnasyona uğradım, bütün bildiklerimi eski hayatlarımdan öğrendim, demesi de uydurma. Allah’ın cezası, hayretimucip ya! Kafası cinayetler ve kadınlarla dolu. O bir oğul, bu nedenle Oedipus olması icap ediyor. Bu konuya geri döneceğim.

Alper Kamu: Cehennem Çiçeği, aslında bir varoluş hikayesi. Bu yüzden, bütün varoluş hikayeleri gibi, bir dedektif romanı. Alper Kamu, amcasının ölümünden sonra, bulduğu eski bir fotoğrafın izinden kendi ailesiyle ilgili sırların peşine düşer. Bu arada mahalleye, kardeşini öldürdüğünü söyleyen Ümit diye bir çocuk taşınmıştır. Alper Kamu, bu cinayetin de peşini bırakmaz.  Ancak ne acıdır ki, hakikat ölümü aydınlatırken, hayatı gölgeleyecektir ve Alper Kamu, kendisiyle ilgili karanlık gerçekle burun buruna gelecektir.

Bu macerada en büyük yardımcısı oyuncak araba Düldül ve Hera adlı bir taklacı güvercindir. Bu arada Paris Mahallesi’yle olan savaşı engelleyecek, Pamuk Nine cinayetini çözecek, dünyayı sırtında taşıyan kıza âşık olacaktır. Begüm Gülüm, yenge, Hatice Abla bu polisiyenin femme fatale’larıdır. Hayat boyu sevilecek tek kadın, Adalet, kimdir? Alper Kamu’nun babasına dediği gibi, “vakit mutlu hikayeler için çok geç”tir.

 

Çocuk anlatıcı

 

 

Çizim: Can Çetinkaya

 

 

Alper Canıgüz, 2004’te çıkan Oğullar ve Rencide Ruhlar’ın başkahramanı ve çocuk anlatıcısı Alper Kamu’nun maceralarını Alper Kamu: Cehennem Çiçeği’nde de sürdürüyor. Yetişkin romanlarında çocuk anlatıcı tekniği sık kullanılan bir yöntem. Yazara hem ilginç bir karakter yaratma hem de olayları farklı bir perspektiften anlatma imkanı veriyor. Çocuk anlatıcının dünyası, romanları absürt ve gerçeküstü bir atmosferle kaplarken, çocuksu iflah olmaz merak daima bir sır peşinde koşturuyor okuru. Çocuk anlatıcının, çevresinden ayrı bir benlik olduğunu keşfetmesi ve bunu çevresine kanıtlamaya çalışması ana tema olarak kurgulanıyor. Günter Grass’ın Teneke Trampet, Jonathan Safran Foer’ın Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, Emma Donoghue’nün Oda, Alice Sebold’un Cennetimden Bakarken, Mark Haddon’ın The Curious Incident of the Dog in the Nighttime, Stephen Kelman’ın Pigeon English, Gail Anderson-Dargatz’in Cure of Death by Lightning çocuk anlatıcının başarıyla kullanıldığı romanlar.

Alper Kamu da büyümüş de küçülmüş bir çocuk anlatıcı. İçgüdüsel gözlemleri var, doğrucu, büyüklerin kötülüğünü gösteriveriyor. Akıl, hayalgücü ve merak en büyük kozları. Alper Canıgüz, Alper Kamu’nun anlatıcılığına bir satır bile müdahale etmiyor, okura “çocuk işte ablalar abiler, mazur görün” demiyor. Yazarın saygısı var kahramanına. Böyle acayip bir beş yaşında oğlan çocuğunun gerçekten varolabilme olasılığına yabancılaştıkça okur, sahiciliğini yitirmiyor Alper Kamu.

Hiç diyalog yazmaya kalkıştınız mı bilmem ama yazması en zor şeydir. Sözcükler hem hikayeyi doğru viteste ileriye taşıyacak, hem sahici olacak, hem dilin üzerinden kayacak. Dickens yazdığı diyalogları yüksek sesle ayna karşısında oynarmış. Alper Canıgüz’ün diyalogları doğru dozda absürtlük, tam kıvamında gerçekçilik, baharatı yerinde polisiye roman pastişi ile ritim tutuyor, Brechtvari bir şekilde seyirciye dönüp bir aforizma patlatarak bitiyor: “Herkes göründüğünden daha tehlikelidir”. “Hayatı anlıyorum, sadece kabullenemiyorum.”

Alkış. Yani affediyorum bu bilinçaltı mayını aforizmaları. Hem Afili Filintalar’ın edebi biraderliklerinin jargonu bu, hem bu biraderlerin kafasından çıkma çağımızın absürt kahramanlarının. Mark Twain, Huckleberry Finn’e cahil, saf ama kurnaz dialoglar yazarak XIX. yüzyıl Amerika’sındaki adaletsizlikleri anlatmıştı. Salinger, savaş sonrası Amerika’nın feryadını Holden Caulfield’ın merdümgiriz monoloğunda duyurmuştu. Alper Kamu’nun böyle bir “kamu spotsal” misyonu var mı? “Adalet”in peşinden koşarken, aile içi şiddeti, namus cinayetlerini, savaşı, kadın erkek ilişkilerini çözen bir kahraman o.

Beş yaşında olmayı, aylardan hep kasım, günlerden hep perşembe, saat hep öğleden sonra üç olarak tanımlamasını ipucu kabul edersek, kendini ebedi çocuk hisseden, Peter Pan sendromlu koca adamın tekidir belki.

Alper Kamu’yu özel yapan, çevresindekilerin masumiyetini yitirdiği anı tek tek yakalayarak masumiyet koleksiyonu yapması. Hikayenin başladığı yaş kaç olursa olsun, sonu ana rahmine geri dönüşle bitiyor ve koleksiyona eklenen son kaybedilmiş masumiyet, kendisininki oluyor.

Oedipus meselesi


Alper Kamu, bir roman kahramanı olarak, yazarın romanlar serisine sıkışacak. Maceranın devam etmesi büyümesinin engeli olacak. Bu da onun bir roman kahramanı olarak laneti. Varoluşunun iki müsebbibi var. Biri babası, biri yazarı. Oedipus, rekabeti ortadan kaldırmak için öldürme dürtüsüyle doludur ya, Alper Canıgüz, romanın sonunda farklı bir rol veriyor bizim Oedipus Alper Kamu’ya. Ya kurban Oedipus ise? Ya çocuk olmasaydı?

Biz, zamanın ölü doğmuş çocuklarına bir çağrısı var yazarın. Aşkların küllendiği, babaların öldüğü, hikayelerin bittiği yıkıntıların nöbetini tutmamızı istiyor. Alper Kamu büyümedi ama biz büyümeye mecburuz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.