Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yamyam ve cüzzamlı olmanın trendi



Toplam oy: 893
Andrej Nikolaidis // Çev. Garo Kargıcı
Aylak Kitap
Karadağlı yazar Andrej Nikolaidis, sert, keskin üslubu seviyor. Kimi satırlarda irkiliyor ve gerçeğin bu kadar net olmasını neredeyse istemiyorsunuz.

Yetişkin bir erkek, babası hakkında düşünmeye başlamışsa romanın ilk cümlesi yazılır. Yetişkin bir erkek, annesine vicdan üzerinden hayatı boyunca yenilmeye mahkumken babasına olan duygularını listelemesi ve saldırgan/anlayışlı ayrımını yapması kaçınılmaz sanki. Listede iki başlık altında yüzlerce duygunun tonlarca ağırlığı yetişkin bir erkeği hiçbir şeye yetişememeye sürüklemeye yetecektir. Çünkü anne, rahminde sakladığı canlıyı doğurmuş ve karmaşıklığa fırsat tanımadan çocuğuyla düz bir ilişki kurmuştur. Hayali bir göbek kordonu ile uzay mekiğinden ayrılan astronota benzer doğan çocuk. Anne her zaman evdir o zaman. Yahut korunak. Ötelere gitsen de gerisin geriye döneceğin. İsteyerek veya mecburen sığındığın, sığındığın zaman başarısızlığınla sınandığın yer. Oysa baba senin oluştuğun, saklandığın oyuğa sadece boşalmıştır. Bunun bedelini ödemek için yıllarca çalışır ve evin geçimini sağlar. Büyük bir suça dönüşen o orgazmın cezasını çektikçe yaşlanır ve saldırganlaşır. Eğer evladı oğlansa ve o çocuk büyüyüp yetişkin bir erkeğe dönüşmüşse ortak kaderin tıpkı aynı kutupların ittiği mıknatıslara benzemesi gibi kopuş ve uzaklaşma onları beklemektedir.

 

Kızların hayatı harcanırken, oğul zaten bir kurban olarak dünyaya gelmiştir. Kızları dışarıdaki insanlar yok edecekken, oğlun evin içinde hastalığıyla mücadelesi için eril varlıklara benzemesi, iyileşmesi içinse baba olması koşulu aranır. Yetişkin erkeğin kurtuluşu babasını tekrar etmektir. Kız ise tekrar etmez, annesinin kopyasıdır. Oğul işin en başından erkek tanrılara kurban edilmiştir. 

 

Yetişkin bir erkek, evden ve babadan uzaklaştıkça özgürleşse de onların bire bir yansıması kabuslarla, tuhaf ve kabullenilmez anti kahramanlarla karşılaşacaktır hep.

 

 

 

Yetişkin bir erkek, evden ve babadan uzaklaştıkça özgürleşse de onların bire bir yansıması kabuslar ve kötü hikayelerle, tuhaf ve kabullenilmez antikahramanlarla karşılaşacaktır hep. Kabuslar, hatıra stoğunun hayatla yüzleşmesidir. Kötü hikayeler, umudun nasıl da keskin bir uyuşturucu olduğunu anlayacağı başka ömürlerin tükenişidir. Tuhaf ve kabullenilmez antikahramanlar ise çevresini, yaşadığı yerleşim yerini dolduran tüm insanlardır. Sizin dışınızdaki herkes anti kahramandır eğer fazlaca cesur, fazlaca kibirli ve savcıysanız. Sunduğunuz her fikre önceden verdiğiniz bir güç, yüklediğiniz anlam varsa kimseyi, hiçbir şeyi bilmiyorsunuz demektir zaten. Tüm ilginiz evrene göre ilkel bir organizmadan öteye gidemeyen bedeninizin canlı kalma olasılığını artırmak ve haklılığınızı sadece kendinize kanıtlamak üzerinedir. Felsefeyle haşır neşir olan bütün oğullar piç olarak doğmuş olmayı onur kabullendiği an psikiyatrinin geniş bir bölümü çöküp tarihe karışacaktır. 

 

Yetişkin bir erkek, evden ve babadan uzaklaştıkça ancak onlardan açık denize uzanan bir kanalizasyon şebekesine dönüştüğünü de belgeler. Firarın tek yolu bu dönüşümdür; ruhundan bütün geçmişin ve geleceğin atıkları geçecektir. Uygarlığın tartı birimi dışkıdır çünkü. Ne kadar çok tüketirsek o kadar çok dışkılayacağız ve “asri seviye”yi yukarı çekeceğizdir. Bir oğla inşa edilen ileri’si bu gramajı artırmak, dışkıdaki ailevi DNA karakterini korumasını öğütlemekten ibarettir. Kısaca, oğul romanın ilk cümlesinde bağımsızlığını ilan etse de son cümlede kapılacağı girdap hiçliktir.

 

Karadağlı yazar Andrej Nikolaidis, Oğul adını verdiği romanında bir adamın çocukluğundan başlayıp anne-baba-amca üçgeninden yarım kalan evliliğine ve doğanın ortasında iki ayrı evde yaşayan iki insana: Baba ve oğla, bir hesaplaşmaya, bir redde, hatta tek gecede kolaçan ettiği kasabasının korkunç sahiplerine, kasabayı tehdit eden yangına, mültecilere, cüzzamlılara, yamyamlara, öz kızlarını pazarlayan bir kaybedene, herkesi uyaran bir meczuba, sürekli aldatılmış eski arkadaşa uzanan bir rota çiziyor.

 

Nikolaidis, sert, keskin üslubu seviyor – sözünü esirgemiyor. Kimi satırlarda irkiliyor ve gerçeğin bu kadar net olmasını neredeyse istemiyorsunuz. Yoksa, “İnsanlar hakkında söylenebilecek en güzel şey bir gün ölecekleri ve bizi rahatsız etmeye son verecekleridir,” demek kolay değil. “Bir insanın içini biraz kurcalasan, Dünya üzerindeki yaşamı silmeye yetecek her şeyi bulabilirsin,” demek ise başlı başına bir tespit.

 

Oğul, kısa bir roman. Kurgusunda özenli çalışıldığı bizden önce de birilerinin dikkatini çekmiş olmalı ki 2011 Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’nü almış. 

 

Keşke çevirisi, düzeltisi biraz daha özenli ve baskı sonrası ciltlenirken kimi sayfaların çarpıldığını fark edecek sorumlular olsaydı da son cümlede ben de kapılacağım girdabı görmezden gelebilseydim. 

 

Baskı aksaklıklarını bir kenara koyarsak, Oğul, kütüphanenizi şenlendirecektir.

 

 


 

* Görsel: Ömer Faruk Yaman

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.