Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yanılsama Imparatorluğu



Toplam oy: 1092

"Bana tanrı söyledi. Okudum, TV’de gördüm…"


Plützer ödüllü, eski savaş muhabiri, gazeteci kültür eleştirmeni Chris Hedges'in savı ilk anda çok basit: Guy Debord’a bir göndermeyle, Okur Yazarlığın sonu ve Gösterinin zaferi alt başlığına uygun olarak kitap, Amerika'da popüler kültürün medyanın, bunları denetleyen korporasyonların elinde dejenere olduğunu savunuyor. Hedges, kitap boyunca, okuma yazma oranının giderek gerilediğini, insanların görsel medyanın ünlüler kültünün etkisi altında, kendi yaşamları üzerindeki denetimlerini kaybettiklerini, bir imparatorluk süreci yaşayan ülkede demokrasinin ve Cumhuriyetin hızla eritildiğin ayırtında olmadan sürü gibi yaşamakta olduklarını belgeleyerek, beş bölümde anlatmaya çalışıyor.

Birinci bölüm eğlence ve ünlüler ama özellikle kareografik güreş alanını tartışıyor. İkinci ve en çarpıcı bölüm pornografi endüstrisi üzerine. Üçüncü bölümde akademik, bilimsel yaşamın meta ve kar süreçlerine bağımlı hale gelmesinin sonuçları irdeleniyor. Hedges dördüncü bölümde, insanları düzene uydurma, sorunlara gözlerin kapama işlevini üstlenmiş "positif psikoloji" mesleğini hedef alıyor. Son bölüm bunların hepsini büyük bir başarıyla bir araya koyarak çok korkutucu bir resim oluşturuyor.

Hedges'ın Kuzey Amerika halkları ve kültürü üzerinde yoğunlaşmış olması bizi rahatlatmasın. Çünkü bu kültür, küreselleşme, "teknolojik devrim" yoluyla, Türkiye dahil hemen her yere nüfuz etti, etmeye de devam ediyor. "Gösteri" her yere egemen oluyor ve dinin ticarileşmiş, gösteriye uygun, dolayısıyla aslında, etik içeriğini kaybetmiş, Hedges’ın ABD dinci hareketlerini hedef alarak söylediği gibi faşistleşmeye başlayan biçimleri her yerde yaygınlaşıyor.

Hedges’i okurken aklıma Regis Debray’ın New Left Review dergisinin Temmuz/Ağustos 2007 sayısındaki “Socialism ve print: A life cycle” başlıklı denemesinin sonundaki bir şema ile Badiou’nun Evil (kötülük) ve etik ile ilgili savları geldi.

Debray’in makalesinin sonundaki tablo insanlık tarihinde, Siyasi örgütlenmenin, ideolojinin, bilginin, öznelliklerin kaynaklarına ilişkin,  Logosphere (yazı) Graphosphere (matba) ve Videosphere (audiovisual)  dönemlerine ayrılmış bir şema sunuyor. Bu karmaşık şemanın tümünü aktarmam burada olanaklı değil. Ama, Hedges’ın çalışmasıyla kesişen kimi ilginç noktalara değinmek istiyorum. Debray’a göre birinci dönemde egemen kuşak yaşlılar, ikinci dönemde yetişkinler iken, son dönemde gençlik olmuş. Meşruiyetin kaynağıysa, önce ilahi, sonra ideal nihayet, “ne işe yararsa o” olarak evrimleşmiş. Sürücü güç, önce inançmış, sonra yasa olmuş, nihayet son dönemde kanaat…  Bireyin konumunda da ilginç bir evrimleşme gözlemliyor Debray: Önce teba, sonra vatandaş, şimdi tüketici. Nihayet özdeşleşme mitosu, önce Aziz, sonra kahraman ve günümüzde ünlü (celebrity). Kişinin söylediğinin doğruluğunu gösteren ifadenin evrimiyse şöyle: Bana tanrı söyledi. Okudum, TV’de gördüm... (age.sf 26)

Debray’ın çalışmasına bakınca ABD’nin tek örnek olmadığı, bu saptadığı evrimin hemen her kapitalist ülkede, tabi Türkiye’de de yaşanmakta olduğunu kolaylıkla söylemek olanaklı.

Badiou’ya Evil (kötülük) tanımını hakikatin, özel yada bireysel çıkarların baskısıyla kesintiye uğratılması olarak veriyor (örneğin, CABINET dergisi söyleşisi, Sayı 5, Kış. 2000/2001)  Öyleyse diyor, Evil (kötülük)  akademik tekrar, kültürel ticaret; kapitalizmin hizmetindeki bilgi; salt bir haz alma teknigi olarak görülen cinsellik. Diğer bir değişle, obskürantizm, ticarileşmiş akademik yaşam, kar ve eşitsizlik siyaseti, cinsel barbarlık...

Badiou’ya herhangi gönderme yapmamakla birlikte Hedges’in çalışması bu alanların hepsinde benzer saptamalar yapıyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.