1 Kasım 1972 sabahı Milan'daki Piazza Santa Babilia'nın mermer bloklarına şöyle bir tablet asılmıştı: ''Ezra Pound öldü. USURA'ların istila ettiği dünyada faşizmin tarafını seçen adam.'' Davit Heyman, Pound üzerine hazırladığı kitabında yer verdiği bu tabletin son cümlesi faşist şairin en başından beri bildiğidir: ''Ezra Pound yaşıyor.'' 87. yaş gününü yakın çevresindeki dostları ve çocuklarıyla kutlayan yaşlı Ez, gece rahatsızlık geçirdi ve mide ağrısıyla hastaneye kaldırıldı. 1 Kasım 1972'de uyanamayan bu adam, San Michele Adası'na içinde olduğu tabutu çeken gondolda su ve kürekçilerin sesleriyle akarken aslında bitmeyen kantolarının son dizesini kendisi yazmıştı.
1895'te okula başlayan Ezra, ilk kafiyeli şiirlerini yazacağı Cheltenham Askeri Akademisi'ne geçiş yaptı: ''Tatilin gelmesine var dört gün daha/ bırakıp gideriz bu tarlayı sonra/ Ne latince ne yunanca öğrenmek/ Ne de artık gizlice sigara içmek'' Genç Ezra, tüm hayatına hakim olan militarist bakış açısının zeminini inşa eden askeri akademiden ayrılıp Pennsylvania Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'ne kaydını yaptırarak tercihini edebiyattan yana kullanır. Burada okullarından ve etkisi altında olduğu şairlerden şiire bakarak Amerikan şiirinin İngiliz şiirinin gerisinde kaldığını görür. Şiirin büyük iddia olduğunun farkında olan genç Ezra, kendisine şiirde bir hedef belirler ve poetikasının ipuçlarını göreceğimiz şu sözleri o günlerde defterine kaydeder: ''Henüz on beşimde bilmem gerekenden çok daha fazlasını biliyorum. İlhamın tanrılardan geldiğine fakat tekniğin kişinin kendi sorumluluğunda olduğuna inanıyorum. Otuzuma geldiğimde şiir hakkında yaşayan herkesten daha çok şey biliyor olacağım.''
1908'de cebinde 80 dolarla bir kargo gemisine binerek Cebelitarık'a, ardından da büyük kısmını yürüyerek gerçekleştirdiği, şiirini derinden etkileyen, Kantolar'da gölgesi yer alan Avrupa seyahatine çıkar. O seyahatte Paris'te bir sahafta karşılaştığı 1558 basımlı kitap bütün hayatı boyunca kendisine hiza alacağı isim ve eserdir: Homeros'un Odysseia'sı.
Kısa süre sonra Venedik'e geçen Pound, A lume spento isimli ilk şiir kitabını masraflarını kendi karşılayarak 100 adet bastırdı. Pound'un biyografisini yazanlarından Peter Ackrody, ''Üç şehirde kadınlara övgüler dizdim/ ama hepsi bir./ Beyaz kuşlardan bahsedeceğim/ Cennetin mavi sularında/ Denizi püskürten bulutlarında'' dizelerinin yer aldığı bu ilk kitap için şöyle der: ''Eserdeki hava matem ağırlıklı fakat sağlam satırlar ve biçim çeşitliliği şairin kabiliyetinin yüzeyden ziyade derinlerde bir yerde olduğunu gösteriyordu.''
Şiir için bir mekan dediği Londra'ya 12 yıl kalmak üzere 14 Ağustos 1908'de geldiğinde Venedik'teki durağanlıktan sıkılmış bir Pound vardır. İlk kitabını Venedik'te yayımlamış bir Amerikalı şair olarak girdiği Londra kapısından 12 yıl sonra çıkarken Pound, artık yeni bir dil, yeni bir ifade tarzı ve şöhret kazandırdığı, edebiyata kattığı birçok iyi isimle birlikte Anglo-Sakson edebi avangardına has kültürel değerlerin iletilmesi için iyi de bir temsilci olmuştu. Yıllar sonra İtalya'da ''hiç canlanmamış bir tabloya âşık oldum'' dediği karısıyla sırt çantalı geçirdikleri balayının ardından 1914'ün soğuk kış günlerinde Londra'ya döner. Hayatlarının maddi yükünü çeken ressam Dorothy, kocasının pek çok kadınla uzun ya da kısa süreli birlikteliği nedeniyle mutsuz olmasına karşın, geleneksel bir İngiliz görgüsüyle ailesine sadık kalarak evliliğini sürdürdü.
1912'de ilk sayısını okurla paylaşan bir Amerikan edebiyat dergisi olan Poetry'nin kapağındaki şu not şairin sözünün etkisini dile getirmek açısından önem arz eder: ''Başarısı İngiltere ve kendi yurdunda yankı bulan Philadelphialı genç şair Ezra Pound, Amerika'daki dergiler arasında bizi şiirlerini yayımlamada yetkili kılmıştır.'' Aynı yıl yurtdışı editörü olarak çalışmaya başladığı dergide Pound; Anglo-Sakson okuyucu kitlesinde modern şiir algısı uyandırmaya çalıştı, imgeci şiire verdiği önemi gerek yazdığı metin gerekse ürün seçimleriyle ortaya koydu. Bir İmgecinin Yapmaması Gereken Birkaç Şey adlı ses getiren çalışması ve 10 imgeci şairden oluşan antolojinin ardından Pound, politikasında ve poetikasında derin izler taşıyan fütürizmin İngiliz versiyonu olarak görülebilecek Vortisizm'i lanse etti.
Vortisizm akımı Pound'un, hareketsiz bir aks etrafında dolaşan kuvvet alanı olarak tanımladığı vortesk girdap ifadesini ortaya atmasına vesile oldu. Poetry'de Pound, romantizm ve duygusallık, yapılanmış ve güçlü bir enerjiye evrilmeli dediği büyük punto ve kalın harflerle bir yazı kaleme alır: Viktorya dönemi vampirini patlatmak!
1. Dünya Savaşı'nın yaraları sürerken 1922'de Mussoli, Roma yürüyüşünün ardından iktidarı ele geçirdi. Pound'un kendisini iyi hissettiği ve düşüncelerini en sertçe açığa vurduğu günler böylece başladı. Hayran olduğu Lenin 1924'te öldüğünde şu sözleri not etti defterine Pound: ''Hiçbir ülke peş peşe iki Napolyon ya da Lenin çıkarmıyor; bu yüzden Rusya'nın ütopyasını oldukça yavaş gerçekleştireceğine alışmamız gerek.'' Dönemin ekonomik ve siyasi sıkıntılarını ancak otoriter bir kişiliğin aşabileceğine inanan ve 1. Dünya Savaşı'nın sebebini ideolojilere yoran, siyasi ve ekonomik meselerin çözümüne dair model fikrine sahip olduğunu belirten Pound, Mussoli'ni aşkını da şöyle açıklar: ''Şahsen ona ciddi hayranlık duyuyorum. Entelijansiyanın onu istemiyor olmasının sebebi, devlet yönetiminden hiçbir şey anlamıyor olmaları. Bunun ötesinde entelijansiya da neymiş?''
“Tüm Amerika bir tımarhanedir,” diyen Pound'un 13 yıl 4 gün sonra çıkacağı Elizabeth Akıl Hastanesi'ndeki günleri başlamıştır artık. Vatana ihanetle yargılanan ve akli dengesinin yokluğu kanaatiyle davası düşen ancak hastanede kalmasına karar verilen şaire o günlerde şaşırtıcı bir hamleyle ABD tarafından ilk devlet şiir ödülü verilir. Oyçokluğla verilen ve Yahudi düşmanı olduğu için bazı üyelerin ret oyunu kullandığı Pound, 1000 dolarlık bu ödül için sakız ödülü ifadesini kullanır ve ancak Nobel Edebiyat Ödülü verilirse memnun olacağını söyler. Hastane günlerinde Pound'un serbest bırakılması için sevgilisi Olga da İtalya'da ve Avrupa'da çeşitli çalışmalarda bulunur ve bu destek arayışlarını sanatçıların imzasının olduğu bir metinle kampanyaya dönüştürürek ses getirmek ister. Hatta hastanede Yahudi olmadığı halde Yahudi ismi taşıyan bir doktorla konuşmayan Pound, açtığı kitabevinde faşist yayınlar sattığı ve düşüncelerinden dolayı memnuniyet duyduğu ve o günlerde faşist faaliyetlerinden dolayı hapse girerken koltuğunun altında Hitler'in Kavgam kitabı olan Kasper'le görüşmeye, mektuplaşmaya devam eder. Dönemin ABD'sinin en meşhur ve etkili şairlerinden Frost'un eyalet mahkemesine giderek ''Ezra Pound'u serbest bırakmazsanız buradan gitmeyeceğim,'' demesi Hemingway'in ''Pound taburcu edilsin ki şiir yazsın ve elbette siyasi faaliyete bulaşması men edilsin'' sözleri ve mahkeme doktorlarının da desteklediği raporlarla “tedavi edilemez akıl hastalığından muzdarip” kanısıyla, 1958'de özgürlüğüne kavuştu. Taburcu olan Ez, sanatçı arkadaşlarına teşekkür ziyaretinde bulunduğunda şöyle dedi: ''Ben, ordulara sadece savaşmaları gerektiğini söyledim. Beni ilgilendiren Amerika Anayasası'dır.''
30 Haziran 1958'de Dorothy ve yeni sekreteri/sevgili Spann ile İtalya'ya gitmek üzere bir gemiye bindiler. Gemi Napoli'ye yaklaşırken gazetecilere Nazi selamı veren Ez, aslında hiç değişmediğini aynı yerde durduğunu söymek istiyordu. O gün kendisini karşılayan insanlara şöyle dedi: ''Ben kim miyim? Meşhur biriyim. Adım ansiklopedilerde geçiyor... Diyorlar ki şarkım hep söylenecek. Yaşlı Ez'i hiç unutmadılar.''
Şairliğinden çok politik tercihleri, çokeşliliği, 13 yıl akıl hastanesine kapatılan “deliliği”, hiç bitmeyen faşizm sevdası konuşulan Pound üzerine söz açılmaya devam edecek gibi duruyor. "Demir leblebi" olarak tarif edilen şiirlerinin tamamı Türkçede hâlâ yok. Ancak az sayıda monografi var elimizde. Bu çevrilemez şiirlerin sahibinin hayatını, mektuplarını, düşünce yapısını adeta didikleyerek bir yaşam öyküsü ortaya koyan Alec March'ın çalışması ise YKY etiketi ve Şahika Tokel çevirisiyle okunmayı hak ediyor.
* Görsel: Wyndham Lewis
yazı çok özensiz bir türkçeyle yazılmış, düşük ve devrik cümle romantizminden yazarın ne demeye çalıştığı anlaşılmıyor. "1 Kasım 1972'de uyanamayan bu adam, San Michele Adası'na içinde olduğu tabutu çeken gondolda su ve kürekçilerin sesleriyle akarken aslında bitmeyen kantolarının son dizesini kendisi yazmıştı"???
Yeni yorum gönder