Elias Canetti ülkemizde neden büyük ve önemli olduğu pek tartışılmadan büyük ve önemli ilan edilen yazarlardan birisi. Elbette bu yakıştırmada Nobel Edebiyat Ödülü’nün payı vardır ama kimi zaman pek sınır tanımayan Batı hayranlığımızın da payı olabilir mi diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Kökleri İspanya’dan kovulan Seferad Yahudisi bir aileye dayanan Canetti, 1905’te Bulgaristan’da doğar. Aile tarihinde önemli isimler olan Canetti’nin babası da başarılı bir işadamıdır. 1911’de İngiltere’ye göç ederler, bir yıl sonra babası aniden ölünce de annesi ile birlikte önce Lozan, sonra Viyana’ya taşınırlar. Bu kısa özeti şunun için aktarıyorum; daha genç yaşında anadili Ladino başta olmak üzere, Bulgarca, İngilizce, Almanca ve biraz Fransızca konuşabilmektedir. Nitekim sonrasında yazı dili olarak da Almancayı seçecektir. 1920’lerin kültürel açıdan çok zengin ve hareketli Viyana’sında görürüz Canetti’yi. Kimya tahsili yapar ama ilgisi felsefe ve edebiyata yöneliktir.
26 yaşında yazmaya başladığı ilk ve tek romanı olan Körleşme 1935 yılında yayımlanır. Kimilerince bir başyapıt olarak nitelenen ve döneminin Robert Musil ve Hermann Broch gibi isimleriyle kıyaslanmasına neden olan Körleşme (ki kanımca yapısında genç bir yazarın acemiliklerini barındırır ve gereksiz bir uzunluk sorunu vardır), kendisinin en önemli eseri olarak nitelendirdiği Kitle ve İktidar’ın 1960 yılında yayımlanmasından sonra keşfedilir ancak. Canetti Kitle ve İktidar üzerinde 20 yılı araştırma, 11 yılı da yazma süresi olmak üzere, 30 yılı aşkın bir süre çalışmıştır.
Bazı yapıtlar şöhretlerini hak edecek kadar okunmadan kült mertebesine ulaşırlar. Kitle ve İktidar da kanımca o yapıtlardandır; adı çok duyulan ama az okunan... Türkiye’de 1998 yılında epeyce bir gürültü ile yayımlanmıştı. Bu eserin, iddiasını ne ölçüde gerçekleştirdiği normal saydığımız pazarlama sloganlarının ötesinde soğukkanlılıkla değerlendirilmelidir. Eserin “kitle ve iktidar olgularını antropolojik, sosyolojik ve psikolojik açılardan incelediği” iddiasıyla tanıtılan bu kitap, kuramsal bir eser niteliğine pek yaklaşamaz; ele aldığı konularda tutarlı bir argümanlar seti üretmez. Konusunu çok farklı açılardan ele aldığı doğruysa da son kertede yine edebi bir metin olarak konumlandırmak daha doğru olur. Daha sonra 70’li yıllarda bir üçleme olarak anılarını yayımlar, bunların ardından 1981’de “geniş bir bakış açısı, fikir zenginliği ve sanatsal güç ile desteklenmiş eserleri için" Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülür.
Günlüklerin samimiyeti
Saatin Gizli Yüreği, Canetti’nin 1973-1985 arası günlüklerinden oluşuyor. Bu tür günlüklerin samimiyeti her zaman sorgulanmıştır. Bu günlükler yazılırken bir gün yayımlayacağının düşünüldüğünden şüphelenmiyoruz. Ancak öyle bile olsa, sonuç olarak bu metinler bize bir yazın insanının üretme süreci hakkında değerli bir tanıklık aktarıyor. Kimisi bir iki kelimelik, kimisi daha uzunca, konudan konuya zıplayan bu notlar üzerinden yazarın düşüncelerini ya da düşünme biçimini daha yakından tanıma fırsatı bulabiliyoruz. Canetti’nin bir felsefeci yanı bulunduğu şüphe götürmüyor, birçok felsefeciye referanslarını da görüyoruz. Bir yanda muhtemelen unutulmasın diye not alınan bazı cümleler, öte yanda bir kitap konusu olabilecek eskizler ve elbette diğer yazarlar hakkında düşünceler ve yorumlar... Bu çerçevede Karl Kraus, Robert Walser, Klaus Mann, John Aubrey, Ludwig Hohl gibi yazarları kısaca tanıma fırsatı yakalıyoruz.
Nelerden söz ediyor Canetti, şöyle birkaç örnek aktarabiliriz: “İnsanın kendisinden memnun oluşuna bile katlanması zordur. Fakat ya ötekilerinkine!”; “Tanrı uyumuyor, fakat korkudan kendisini bizden saklıyor olabilir”; “Hayatını yazmaya kalkıştığın takdirde, her sayfada henüz hiçbir insanın duymadığı bir şey bulunmalı”; “Acaba insanın kendisini görebilmesi için, tümüyle bir başkasının yaşamına mı girmesi gerekir?”; “Birinin kendi kendisinden nefret etmesini çok iyi anlıyorum. Anlamadığım şey, birinin hem kendisinden, hem de başkalarından nefret etmesi. Kendisinden gerçekten nefret ediyorsa eğer, başkalarının o olmadıklarından rahatlık duyması gerekmez mi? Her biçimde kendi kendinle de konuş, sen de bir figürsün, ancak sayısızların arasında sadece bir figür olduğunu ve herkesin senin kadar söyleyecek şeyi bulunduğunu bil ve asla unutma”; “Nasıl oluyor da, sadece korktuğum zamanlar bütünüyle ben olabiliyorum? Korkmak için mi eğitildim? Kendimi yalnızca korkma konumunda tanıyabiliyorum. Korku bir kez aşıldıktan sonra umuda dönüşüyor. Ama başkaları için duyulan korku da var. Ben, yaşamları için korktuğum insanları sevdim”; “Her şey ile her şey arasında ilişki kuran yazarlara hiç dayanamam. Ben, kendi kendilerini sınırlandıran, deyiş yerindeyse eğer, kendi zeka düzeylerinin altında yazan, kendilerini kendi akıllarından koruyan, gizleyen, ama bu arada o aklı fırlatıp atmayan ya da yitirmeyen yazarları severim. Veya kendi akıllılıklarını yeni, çok geç kazanılmış ya da keşfedilmiş bir şey sayanları. Kendilerini az şeyle, ansızın aydınlattıranlar vardır: Böylesi, olağanüstüdür. Sürekli olarak ‘önemli’ şeylerle aydınlananlar vardır: Böylesi, korkunçtur.”
Seksist bir erkek
Şimdi geliyoruz “zurnanın zırt dediği” yere. Sel Yayıncılk’ın yayın programında var mıdır bilmiyorum ama ölümünden sonra 2005 yılında yayımlanan Party in the Blitz başlıklı hatıralarında İngiltere’de geçirdiği yılları, edebiyatçıları, ilişkide olduğu kadınları anlatır Canetti. Evli olmasına rağmen başka kadınlarla da ilişki yaşar; bunlardan birisi de meşhur İngiliz romancı Iris Murdoch. Bu ilişki Iris’in kocasının anılarından biliniyordu ve orada anlatılanlar pek yenir yutulur şeyler değildi. Hele de Kitle ve İktidar hakkında çok övücü sözler sarf eden Murdoch’a karşı bir tür ihanet olarak algılandı. Anıları bu ilişkilere onun bakışını yansıtıyor, başta T. S. Eliot’a yönelik nefrete varan duyguları olmak üzere, diğer edebiyatçılar hakkındaki değerlendirmeleri de ilginç; anılarda edebiyatçının seksist bir erkek olarak portresi çıkıyor karşımıza diyebiliriz.
Saatin Gizli Yüreği Canetti’yi sevenler için okunması, birçok cümlenin üzerinde acaba neyi kastetti diye uzun uzun düşünülmesi gereken zengin bir metin. 70’li yaşlarını kapsadığı için sık sık ölüm düşüncesi ve ölümle hesaplaşma gündeme geliyor. Hiç Canetti okumamış olsanız bile, yaratıcı bir zekanın günlüklerine düştüğü yoğun cümleleri, bazen bir romanı bir paragrafta özetleyen notları okumanın büyük bir keyfi, düşünceyi tetikleyici bir yönü var; özellikle siz de bu tarz bir günlük tutuyorsanız... (Bu arada 36. sayfada Canetti’nin kastettiği Walser, Martin değil, Robert Walser, bir sonraki baskıda ilgili dipnotun düzeltilmesi için belirtmiş olalım.)
* Görsel: Tufan Kızılırmak
Yeni yorum gönder