Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yaşamak denen bu illet



Toplam oy: 1569
Pınar Sönmez
Destek Yayınları
Öncüsü saydığı bir avuç kıymetli kadının ardından, ilk ayak izini toprağa bırakan Pınar Sönmez'i takip etmeye değer doğrusu.

Yaşamak bazen öyle bir illettir ki insanın tek kurtuluşu uykudur. Bu yüzdendir ki depresif insanlar çok uyur. Buradaki amaç hayatın yükünü rüyaların hafifliği ile bastırmaktır bir nevi. Bu noktadan bakınca Pınar Sönmez'in ilk öykü kitabına Uyku Kaçsa Rüya Kalsa adını vermiş olması daha dikkat çekici bir hal alıyor. "Yazar bütün hayatı güzel bir rüyaya çevirme umudu mu taşıyor acaba," diye düşünmeden edemiyorum.

 

Uyku Kaçsa Rüya Kalsa Pınar Sönmez'in ilk kitabı. Kitapta dikkati ilk çeken bütün öykülerin Tezer Özlü, Tomris Uyar, Sevgi Soysal, Leyla Erbil ve Sevim Burak'tan epigraflarla açılması. Yazar bunun bilinçli bir tercih olduğunu, amacının kadın öykücülere bir selam vermek olduğunu, bunun yanı sıra bir dönemin edebiyatını da kendine öncü kabul ettiğini belirtiyor. Gerçekten de o dönemde eser veren erkek şairlere "İkinci Yeni" adı uygun görülürken ifadeyi öykünün derin sularında arayan bu kadınlar bir isim altında toplanamamış, hemen hepsi yakın arkadaş olan ve muhtemelen birbirlerinin edebiyatını derinden etkileyen bu bir avuç kadın tek tek hayatta kalmayı başarmışlar. İçinde yaşadığımız ataerkil kültürün bu duruma etkisini de gözden kaçırmamak gerekir elbette. Bu kültür ki Tomris Uyar'ı "İkinci Yeni'nin Gelini" ve o büyük şairlerin ilham perisi, Leyla Erbil'i Ahmet Arif'in "Onulmaz Aşkı" olarak konumlandırmış ve kim ne derse desin bu edebiyatçı kadınların hakkını teslim etmekte en az bir adım geri kalmıştır.

 

 

Pınar Sönmez'in bu öykücü kadınlarla kurmaya çalıştığı bağ öykülerine de sinmiş. Yazarın öyküleri de öncü kabul ettiği bu öykücülerin prensibini koruyor: İçe dönük ve yoğun. Bu bağlamda yazarın öncü kabul ettiği öykücülerin ayak izlerini takip etmekte son derece başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Pınar Sönmez'in öykülerinde dikkat çeken bir diğer husus da dili kurarken çoğunlukla birinci tekil şahısı tercih etmesi ve olan biteni "ben"in perspektifinden anlatması. Bu durumun bir miktar zihin bulanıklığı yarattığını itiraf etmem gerek; yer yer okuduğumuzun bir öykü mü yoksa yazarın kendi hayatından bir kesit mi, diye ikileme düşebiliyorsunuz.

 

Aynı kadının farklı hayatları

 

Bunun yanı sıra öykülerin genelinde bir üslup birliğinin yanı sıra bir duygu birliği de bulunduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki kimi zaman aynı kadının farklı hayatlarını okuduğum hissine de kapıldığımı itiraf etmeliyim. Eski sevgilisine ait kendi çektiği bir fotoğrafı billboardlarda görünce yıkılan genç fotoğrafçı, kendini Galata'da bir eve atıp derdini kederini bir dönemin en meşhur romancılarından olan anneannesine döküyor. Anneannesinin sonu mutlu bitmeyen hikayelerinden birine iyice içlenen genç bir ressama dönüşüp bir vapurla kendini Kadıköy'de buluyor ve bilinmez birinden kaçan mor elbiseli bir kızla kendini kaybedene dek içiyor. O sarhoşluğun sabahında kendini bir plajda bira içip beyaz tunikli genç ve güzel bir kadını gıptayla izlerken bulan kahramanımız bedeniyle hesaplaşırken kendini bir el kamerasıyla çocukluğuna dair bir sergiyi gezerken buluyor. İşte, bu akış bende aynı karakterin şekil değiştirmiş hallerini takip ettiğim hissi uyandırıyor.

 

Kitabın içinde bu akışa uymayan öyküler de mevcut elbette; sakallarının içinde urlar arayan ve bir şiirin şairine ne derece ait olduğunu pek de kestiremeyen şair gibi. Fakat yine de altını çizmek gerekir ki yazar kahramanlarını çoğunlukla kadınlar arasından seçmiş ve yine kahramanlarının çoğunu sanatın bir koluyla ilişkili kılmış. Bu ilişki karakterleri birbirine yaklaştıran ve benzeten başka bir müşterek unsur olarak ortaya çıkıyor. Öte yandan zıt bir açıdan baktığımızda yazarın bütün karakterlerinin aynı evreni paylaşan ve birbirine teğet geçerek yaşayan kimseler olduğunu düşünmek de mümkün tabii. Bu noktada bağımsız öykülerin karakterlerinin birbirine benzeşmesi kutlu bir tesadüf olarak görülebileceği gibi karakterler arasında ruhsal bir akrabalık bulunduğu da düşünülebilir.

 

Sonuç olarak; Pınar Sönmez'in bu ilk kitabıyla başarılı bir çıkış yaptığını ve kendine özgü, duru ve güncel bir dil kurmayı başardığını söyleyebiliriz. Öncüsü saydığı bu bir avuç kıymetli kadının ardından, ilk ayak izini toprağa bırakan Pınar Sönmez'i takip etmeye değer doğrusu.

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 


 

 

* Görsel: Daria Petrilli

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.