Mattis'in hayatı hem en eski hem en iyi arkadaşı olan ablasıyla (Hege) oynadığı iki kişilik bir oyun gibidir. Benzer diyaloglar, durmadan doğup doğup batan güneş, mevsim geçişleri... Alışkanlığın verdiği duyarsızlıkla mutludur. Fakat ani bir aydınlanmayla, Hege'yi kaybedersem ne yaparım, endişesine kapılır. İki kişilik bir oyun oynamanın işte böyle riskleri vardır. Biri hasta olursa, biri evine giderse, biri artık oynamak istemezse kişi yapayalnız, oyunsuz kalıverir. Zaten Hege de ne zamandır Mattis için iyi bir oyun arkadaşı olmaktan çıkmıştır. Hep mızıkçılık yapar, hep sus pus oturur. Derdi zoru elindeki örgüyü bitirmektir, sofrayı kurup kaldırmaktır, odasına çekilip uzanmaktır. Mattis'in sözlerini, hadi şimdi bırak bunları der gibi ilgisiz dinler, hatta alenen keser. Anlatacakları çok önemli de olsa aldırış etmez. Evet, Hege'yle oynamanın tadı kaçmıştır artık.
Mattis'in yeni bir oyun arkadaşına ihtiyacı vardır. Kara gözlü güzelim çulluk tam o sırada imdadına yetişir. Bir gece evinin üstünde uçarken gördüğü yeni arkadaşı tarifsiz mutluluk kaynağıdır Mattis için. Büyük haberi hemen Hege'ye vermek ister, ama artık saçlarına ak düşmüş, kırk yaşında bir kadın olan ablası, kendisinden sadece üç yaş küçük de olsa bir çocuk kalbi taşıyan kardeşinin heyecanını paylaşamaz. Olsun, yine de çulluk gecelerini aydınlatır, günlerine anlam katar. Onu düşünür, onu anlatır, onu düşler. Kuş dilinde konuşurlar. İşte mükemmel bir oyun arkadaşı bulmuştur. Ne yazık ki uzun sürmez. Kuşu yitirmenin acısını bir türlü atlatamayan Mattis'in endişeli zihni, ölüm korkusuyla yalnız kalma paniği arasında gidip gelmeye başlar. Sadece işaretler ve mucizeler üzerinden algıları açılan Mattis'in içine kurt düşer: Ya kuş Hege'yi simgeliyorduysa? Bu da yetmezmiş gibi bir de şu kardeş kavaklar mevzusu vardır...
Ablası birbiri ardına kötücül düşüncelere, korkulara kapılan Mattis'i sakinleştirmekte zorlanır. Genç adam evden uzaklaşsın, oyalansın diye hasat zamanı tarlalarda çalışmasını önerir. Ancak konsantrasyon gerektiren turpları seyreltme işi, düşüncelerinin bir o yana bir bu yana gitmesine mani olamayan Mattis'e göre değildir. Balık tutmayı dener ama tek bir balık bile oltasına takılmaz, demek ki onlar da bilge hayvanlardır. Zaten Mattis etrafındaki herkeste kendisinde olmayan üç özelliği görür. Herkes ya bilgedir, ya güzeldir, ya güçlüdür. Çoğunda bunların sadece biri ya da ikisi vardır. Ama olsun, yine de hiç yoktan iyidir! Mattis'te bunların hiçbiri yoktur çünkü. Uzun uzun aynaya bakar, kafasında ablası gibi beyaz teller yoktur belki ama güzel de değildir işte. Tarlada kollarının istediği gibi çalışmayışından, şakalaşan, oynaşan sevgililerin bile gerisinde kalmasından bellidir, güçlü de değildir. Hele bilgelik! Kafasındaki sorulara cevap bulamayan biri bilge olur mu hiç?
Oyuna katmaya çalıştığı yeni arkadaşı, gölde kayıkçılık yapma denemesi neticesinde bulur. Oraların yabancısı Jörgen, odunculuk yapmaya gelmiştir ve kalacak yer arıyordur. Mattis bir iş başarmış olmanın mutluluğuyla yabancıyı eve getirir. Dile kolay, hem kayıkçılık yapmayı başarmış, birini gölün bir kıyısından karşıya geçirmiş hem de adamın derdine çare olmuştur. Bunu iyi bir arkadaşlığın başlangıcı zannederken planı aleyhine gelişir. Hege ve Jörgen başka bir iki kişilik oyuna başlamıştır. Bu oyunda Mattis'e yer yoktur... İki kişilik cennetimiz yok artık, diye düşünür Mattis. Biz de birbirimize yabancı iki kişi olduk, herkesin herkese olduğu gibi.
Vesaas'ın büyük başarısı
Tarjei Vesaas, köyde tanıyanların kısaca deli diye seslendiği, ailesine göre “öğrenme güçlüğü” olan Mattis'in dünyasını, iç sesini, hayallerini, korkularını, berrak, süssüz ama derin bir dille aktarıyor. Teskin edilemeyen bir çocuğa benzeyen Mattis'in kafasında bir türlü durduramadığı bir düşünce akışı olduğunu görüyoruz. Bir işe başlamakta zorlanıyor, başladığı işleri de genellikle bitiremiyor. Ama düşünce evreni bunun tam zıddı. Durmadan düşünüyor. Üstelik saplantılı biçimde hep aynı şeyleri düşünüyor. Kafasındaki “matineler devamlı” olduğu için biriyle diyalog kurabilmesi zorlaşıyor. Tüm cümlelerine ortasından, karşısındakilerin takip edemediği bir yerden başlıyor. Kimsecikler –ablası bile– anlayıp yanıtlayamazken, biz içimiz daralarak Mattis'e yazıklanıyoruz. Çünkü biz duyuyoruz, anlıyoruz. Vesaas'ın büyük başarısı sesi olmayanı konuşturması, sözü duyulmayanı dinletmesi.
Küçücük bir yerde, azıcık karakter arasında ilerleyen minimalist bir roman Kuşlar. Mattis ve Hege'nin sırtını ormana vermiş, göl kıyısındaki evleri gibi ıssız. Öte yandan Mattis'in çok korktuğu, her an çıkabilecek bir fırtınaya gebeymiş gibi gergin. Huzur ve iç sıkıntısı arasındaki ince çizgide ilerleyen bir şaheser.
* Görsel: Tolga Tarhan
Yeni yorum gönder