Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yaşamın yazarı Hemingway



Toplam oy: 804
Clancy Sigal // Çev. Murat Karlıdağ
İthaki Yayınları
Ernest Hemingway'i tam anlamıyla tanımak için olmasa da, yazmak ile yaşamak arasındaki farkları hissetmek için oldukça faydalı bir kitap Ölümsüz Hemingway.

Bir edebi türün ismi olan Yunanca kökenli “biyografi” sözcüğü, “yaşam" (bios) ve “yazı”nın (graphia) yan yana gelmesi ile oluşur. Biyografi gibi diğer her yazı türü yaşama dair olmakla beraber yaşamak ve yazmak birbirinden farklı iki oluş biçimidir. Yaşamda taslaklara, planlara, düzenlemelere yer yoktur; hayatın getirdikleri ile birlikte akmak demektir yaşamak. Yazmak ise kontroldür, tekrar tekrar gözden geçirmek, en doğru, en güzel, en etkili kelime bulunana kadar aramaktır. Yazmak ne kadar hâkim olmaksa kaleme ve kelimelerin meydana getirdiği dünyaya, yaşamak da o kadar teslim olmak, kabullenmektir. İşte bu yüzden çoğu zaman yaşadıklarımızı anlattığımızda aynı tadı bulamayız. Yaşamın hikayesi ile yaşananın kendisi arasında önlenemez bir gerilim vardır. Hemingway bu gerilimin üstesinden gelmiş nadir yazarlardan. Çünkü Hemingway, yaşadığı gibi yazmayı başarmış bir isim: cesur, süssüz ve katmanlı... Hakkında en çok yazılan Amerikalı yazarlardan Hemingway’in birden fazla yaşama sığacak kadar macera ile dolu, inişli çıkışlı ve çoğu kez yaralı yaşamında sıfatların, zamirlerin, süslü tasvirlerin yeri yok. Hemingway’in kaleminin ürünleri ancak yaşamanın ne kadar gerçek ve yeterli olduğunu bilen birini yazabileceği metinler. Yaşamla yazmayı birbirine bu denli yakınlaştırmış bir yazarın hayat hikayesini anlatmak ise hiç de kolay değil. Clancy Sigal’in Ölümsüz Hemingway isimli biyografisi, Hemingway’in sadeliğine yakışır bir portre ortaya koyuyor. 

 

Ölümsüz Hemingway’in giriş bölümünde kitabın iki ana temasının ipuçlarını veriyor Sigal. Bunlardan birincisi, günümüzde halen süren savaşlarla birlikte Hemingway okumanın artan değeri ve elbette Sigal’in kişisel Hemingway hayranlığı. 22 bölümden oluşan kitap, kronolojik bir çizgide ilerleyerek, doğumundan ölümüne Hemingway’in hayatının önemli dönem ve anılarını okuyucuya aktarıyor. Sigal kuru biyografik bilgilerle yetinmiyor, Hemingway’in yaşadığı çalkantılı dönemlerde dünya politikasındaki gelişmelere de ışık tutarak tarihsel bağlantıların altını çiziyor. Hemingway’in Roosevelt hayranlığından spor sevgisinin arkasında yatan nedenlere, İspanya İç Savaşı’ndaki tutumundan av tutkusuna kadar yazar hakkında pek çok kişisel detaya yer vererek oldukça katmanlı bir biyografi ortaya koyuyor.  

 

Her biyografi gibi Ölümsüz Hemingway de Hemingway kadar Clancy Sigal’i de tanımamıza yardımcı oluyor. Kitap boyunca Sigal, Hemingway’in hayatı ile eserleri arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmak için müthiş bir çaba sarf ediyor. Hangi kadın karakterlerin annesinden ya da o dönemdeki eşinden esinlenerek yaratıldığı ya da cephede yaşadıklarının ne ölçüde eserlerinde yer aldığı Sigal için büyük önem taşıyor. Sigal’in gerçek olaylar ile kurmacada yer alanları ısrarla ortaya koyması kitabın genelinde gözlenen ikili karşıtlıklar zincirinin bir parçası olarak ortaya çıkıyor. Clancy Sigal’in ikiliklere olan takıntısı Derrida’nın Batı düşünce sisteminin temelinde var olduğunu söylediği “varlık metafiziği” (metaphysics of presence) ile açıklanabilir. Derrida’ya göre günümüzde Batı düşünce sistemini oluşturan tüm kavramlar var olanın ayrıcalıklı konumundan türetilmiştir. İlk başta, her şeyin kökenine “şimdide var olanı” öncelikli bir konuma yerleştiren Batı metafiziği buna karşılık olarak daha değersiz olan yokluğu koymuştur. Bu ikilikler listesi varlık/yokluk ile başlayıp neredeyse tüm kavramları kapsayan bir düşünce sistemine evrilmiştir. İyi/kötü, söz/yazı, Doğu/Batı, orijinal/kopya, kadın/erkek gibi  karşıtlıklar içinde tanımlanan çiftlerde bir taraf diğer taraftan üstün konumda yer almıştır. Bu ikili karşıtlıklar sadece yüzyıllardır algımızı yanlış yönlendirmekle kalmamış, aynı zamanda kavramlardan hiyerarşik olarak daha aşağıda yer alana dair müthiş bir şiddet uygulanmasına sebep olmuştur. Hemingway’in yaşamını bu ikili kavramlar üzerinden değerlendiren Sigal de, Batı metafizik düşüncesinin şiddetini tekrarlamış oluyor. Gerçek/kurmaca ikiliğinde yazarın metinlerinde hayatının izlerini aramak hem yaşanana hem de yazılana karşı bir haksızlığa dönüşüyor. 

 

Yazara büyük haksızlık

 

 

Ölümsüz Hemingway’de ikili karşıtlıklar gerçek/kurmaca ile sınırlı kalmıyor; Sigal, Hemingway’in tüm hayatını bu karşıtlıklar üzerinden yarattığı bir değerler sistemi ile sunuyor okuyucuya. Hemingway deli miydi, yoksa dahi miydi? Kadın düşkünü mü, yoksa kadın düşmanı mıydı? Barış yanlısı mıydı, militarist miydi? Sigal ısrarla bu soruları cevaplamaya çalışırken sanki Hemingway’in görünmez bir mahkeme karşısında masumiyetini kazanması için mücadele eden bir savunma avukatına dönüşüyor. Örneğin, Hemingway’in ırkçı olmadığını kanıtlamak için sarf ettiği “buna bilinçsiz, düşünülmeden yapılan gelişigüzel ırkçılık denir,” sözleri mantık sınırlarını zorlayan bir oksimorona dönüşüyor. Yazarın yaptığı evliliklerin sayısının ısrarla altını çizmesi ise, Hemingway’den çok Sigal’in takıntısına işaret ediyor sanki. 

 

Oysa Hemingway gibi yoğun bir yazarın, söyledikleri kadar söylemedikleri, metinlerindeki kelimeler kadar sessizlikler de önem taşır. Hemingway’in kendi deyimiyle bir buzdağına benzettiği yazısı ilk bakışta kendini kolayca ele vermez, dikkatle derinine inildikçe keşfedilir. İşte bu yüzden de onu ikili karşıtlıklara hapsedip “doğru” cevabı aramak yazara yapılmış büyük bir haksızlık. Hemingway hayatta hep ikiden fazla seçenek olduğunu bilmiş bir yazar ne de olsa. 

 

Sigal’in anti-psikiyatri hareketinin kurucuları R. D. Laing ve David Cooper ile uzun yıllar işbirliği yaptığı göz önüne alındığında, Ölümsüz Hemingway şaşırtıcı biçimde psikanalitik referansla dolu. Sigal bir yandan Hemingway’de “psikanalistler ordusuna” yetecek kadar malzeme olduğunun altını alaycı bir tonla çizerken bir yandan da kendisi psikanalitik referanslara sıklıkla başvuruyor. Hemingway’e yönelttiği “penis merkezli” tanımı ya da sıklıkla altını çizdiği “babasıyla ilgili karmaşık duyguları” ya da “seks ve ölüm neredeyse özdeştir” gibi aforizmaları Sigal’in psikanalize karşı bakışının o kadar da “anti” olmadığı izlenimini yaratıyor.

 

Clancy Sigal, romanları Hemingway’in yaşam kronolojisi içinde yerli yerine oturttuktan sonra kitabın 17. bölümünde yazarın kısa öykülerine yer veriyor. Ne yazık ki burada sunduğu özetler hikayelerin tadını yansıtamıyor. Kitabın aynı zamanda alt başlığı olan “Günümüzde Ernest Hemingway’i Okumanın Önemi” Amerika’nın Ortadoğu’daki askerlerine yapılan birkaç referans ile sınırlı kalıyor. 

 

Kısaca Hemingway’i tam anlamıyla tanımak için olmasa da, yazmak ile yaşamak arasındaki farkları hissetmek için oldukça faydalı bir kitap Ölümsüz Hemingway.

 


 

* Görsel: Akif Kaynar

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.