Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yaz tatilinden arta kalan



Toplam oy: 846
Serhan Ergin
İletişim Yayıncılık
Kısa bir yaz tatili kadar hızlı akan bir roman Deniz Gülümsüyordu Uzaktan.

Edebiyatta genel olarak kabul görmese de “yaz romanları” diye –bir “tür” değil belki ama– bir olgunun olduğu gerçek. Plajda, şezlongda ya da tatile giderken kullanılan ulaşım araçlarında okunabilecek kitaplar neden olmasın, tartışmasına girmeksizin, en azından yaz mevsiminin okumak için vaktin en çok bulunabileceği mevsim olduğunu söyleyebiliriz. Proustvari bir biçimde dile getirecek olursak, “yaz kitapları,” çocukken ailemizle beraber otobüsle gittiğimiz tatil yerinde denizi ilk gördüğümüz anda duyduğumuz heyecanı yeni ve farklı biçimlerde bizde uyandırır. Serhan Ergin’in de, bu hissi evrenselleştirerek başlıyor Deniz Gülümsüyordu Uzaktan romanına: “Otobüs makilerle kaplı yamaçların arasından, mahmur birinin yürüyüşü gibi, yorgun ve sessizce salınarak ilerliyordu.”



Lorca’nın dizelerine atıfla ismi konulan Deniz Gülümsüyordu Uzaktan, arayıp da bulamamanın, kaybedilen şeyi inatla geri getirmeye çalışırken hayal kırıklığına uğramanın romanı. Yıllar boyu yurt dışında yaşadıktan sonra Alaçatı’daki köyüne dönmeye karar veren Fikret, gördüğü manzara karşısında neredeyse dehşete düşecektir. Çocukluğuna ait yapıların birçoğunun gidip yerine “otantik” çarşının, yoğun kalabalığın geldiğini, hatta insan ilişkilerinin ve bölgenin kültürünün de kaybedildiğini gören Fikret, bir şekilde orada tutunmak ister. Ancak daha kardeşi Kemal’le bile doğru dürüst iletişim kuramamaktadır; çünkü birbirlerine yabancılardır. Aslında Fikret herkese ve her şeye karşı yabancı kalmış bir karakterdir. Tanımadığı ya da samimi olmadığı için ve bir şekilde bazı ortamların dışında kalmasından ötürü asla doğru hamleleri yapamaz, zamanlaması daima yanlıştır.



Yalnız bir karakterdir Fikret; hastalığından ötürü annesi bile zaman zaman tanımamaktadır onu. Çocukluğunu beraber geçirdiği, birlikte kendilerini sosyalizme adadıkları arkadaşı Cem de artık eskisi gibi değildir ama bir şekilde ilişkilerini sürdürürler. Paris’te kaybettiği sevgilisinin kardeşi Annette Alaçatı’ya geldiğinde aralarına kıskançlık girer. Çocukken yaptığı şeyler artık onun için çok uzaktadır. Bunca yılın nasıl geçip gittiğini anlamamıştır, hatta yaz tatili denen şeyin ne olduğu bile bilmez olmuştur. Deniz Gülümsüyordu Uzaktan, bu anlamda yalnızlıkla nafile bir mücadelenin romanı aynı zamanda.

Kitabın “ısrarcı” teması


Kitaptaki önemli ve “ısrarcı” temalardan biri de –İstanbul’un çehresini yavaş yavaş kaybetmesi, Beyoğlu’nun ilan edilmemiş ölümü gibi– Alaçatı’nın da artık eskisi gibi olmaması, geri döndürülmesi imkansız bir dönüşüme uğraması. Artık köy hayatının yerini İstanbullulaştırılmış eğlence, kentleştirilmiş hayat ve bunlarla harmanlanmış duygular almıştır. Deniz Gülümsüyordu Uzaktan’ın başından sonuna sık sık yapılan otellerden, tatil köylerinden, butik otellerden, villalardan söz edilir. Ancak yazar bu dönüşümü her ne kadar iyi bir biçimde betimlese de (bir şekilde herkesin bildiği bir yer olarak Alaçatı’nın şimdiki hali hemen gözümüzün önüne gelir çünkü), anlatımda çeşitleme geliştirememiş olması, aynı olguyu birbirinden sadece nüansla ayrılmış cümlelerle okuyormuş hissi yaratıyor. Bu yüzden de Alaçatı’nın dönüşümü, başlangıçta hikayenin parçası olarak görülmüş oluyorsa da, bir noktadan sonra sapma yaşıyor. Yine de Fikret’in Alaçatı’ya ilk geldiğinde hissettikleri ve edindiği izlenimden kitabın sonlarındaki ruh haline uzanan hat, oranın dönüşümüyle paralellik taşımaktan geri durmuyor.


O tuhaf geçmiş duygusu


Alaçatı’ya döndüğünde umduğunu bulamayan ve nihayetinde yalnız kalan Fikret, aslında, geçmişine dair “o güzel anıları” bulmanın formülünü tam da bu hiçbir şeye ayak uydurmayarak ya da en azından ayak uyduruyormuş gibi yaparak bulmaya çalışır. Ancak yaptığı her şey eğreti durmaktadır. Zaten kararsız ve geldiği yere olan aidiyetini yitirmiş olan Fikret, önüne çıkanlar hakkında nasıl tavır takınacağını da bilmez. Açıkçası Fikret’inki kararsızlık değil, karar vermeyi istememektir. Zaten karar vermesini gerektirecek gelecekle değil, geçmişle ilgilendiğini söyler.


Fikret karakterinin “zamanımızın bir kahramanı” olduğu ise su götürmez. Zira Fikret, arkadaşlarının ve çevresinin değişimi karşısında ne yapması gerektiğini (bir şey yapmaz), nasıl bir tavır takınması gerektiğini (öyle görünmesine rağmen duygusal davranmaz) bilmez.


Serhan Ergin’in anlatımında geçmişin, anıların, “o eski ve güzel günler”in yeri geniş bir yer tutar. Fakat eskiye dair olan şeyler aslında hatırlamaya ilişkin değildir; bilakis, nostaljik bir şeyleştirmeye ilişkin romantik bir bakışı öngörmektedir. Fikret karakterinin geçmişi onun için yad edilecek bir tarih değil, günümüzün popüler “vintage” nesnelerinin yarattığı “o tuhaf geçmiş duygusu”ndan başka bir şey değildir. Anın kendisini yaşamaya, zamanın hızına ayak uydurmaya çalışırken geçmişle kurulan bağ da dönüşüme uğruyor. Kuşkusuz, Ergin de bundan nasibini almış.


Deniz Gülümsüyordu Uzaktan
“yaz romanı” sıfatını hak ediyor (Serhan Ergin’in Alaçatı’ya yönelik geniş bilgi sahibi olduğu açıkça görülüyor). Ancak yaz romanlarının da ikiye ayrıldığını kabul etmek gerek: Sabun köpüğü olanlar ve “sağlam” olanlar. Deniz Gülümsüyordu Uzaktan ise kesinlikle ikincisi. Herkese tanıdık gelecek diyaloglarıyla kısa bir yaz tatili kadar hızlı akan bir roman.

 

 

 


 

 

 

 

Görsel: Gökçe İrten

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.