Çoğu roman ve öykünün, gerçek hayatın aksine, bir odağı bulunur; olaylar bu odak doğrultusunda, bir neden-sonuç ilişkisi içerisinde akar ve hikaye, odağa hizmet etmeyen detaylardan temizlenmiştir. Bu odak, okurun metinden bir anlam çıkarmasını sağlayarak hayatta her şeyin bir amacı bulunduğu yanılsamasını yaratır; ki zihnini modern dünyanın uyuşturucularıyla felce uğratmamış bir avuç insanın, varoluşsal bir boşluğa düşmemek için bu yanılsamaya ihtiyacı vardır. Eskiden dini anlatılarda aranan bu anlamı, modern insan sanatta bulmaya çalışıyorsa eğer, sanatçıyı da çok çalışarak alanında uzmanlaşmış biri olarak değil de, üstün bir yeteneğin taşıyıcısı gibi görmek isteyecektir. Ama böyle değildir.
Tıpkı her gün, belki on iki saat pratik yapan bir müzisyen gibi, yazarın da ustalaşmak için emek vermesi gerekir ve Türkiye’deki üniversitelerde henüz buna ilişkin bölümler açılmadıysa, diğer sanat dallarında verilen akademik eğitime karşılık gelecek bir derinliğe ulaşmadıysa bile, “yaratıcı yazarlık” kurslarıyla bu yolda bir adım atıldığı söylenebilir. Edebiyat incelemeleri daima belli bir okurun ilgisini çekiyordu; fakat yazmak isteyenlere yol gösteren kitapların yaygınlaşmasını bu kursların gördüğü alakaya yormak yanlış olmaz. Geçtiğimiz günlerde “eli kalem tutan herkesin karşılaştığı 21 soruna 210 çözüm” üretmek iddiasıyla yayımlanan Yazma Uğraşı’nı da bu çerçeveye güncel bir örnek olarak yerleştirelim.
Cümlelere kıymak
Otuz yıla yakın bir süredir yazarlık ve gazetecilik dersleri veren Roy Peter Clark’ın kaleme aldığı, sadece edebiyat alanında eser verenlere değil, derdini kelimelere dökmek durumundaki herkese yönelik hazırlanmış bu kitap, “hangi türde veya disiplinde yazarsa yazsın, her yazarın aşağı yukarı aynı süreçlerden geçtiğini” öne sürüyor ve bu süreçleri “yola çıkış, organize olma, odak noktası bulma, dili tutturma, taslak metin, durum değerlendirmesi ve iyileştirme” başlıkları altında değerlendiriyor. En önemli faydası ise yaratıcı yazarlık kurslarınınki ile aynı aslında: “Karşılaştığı sorunların öngörülebilir ve aşılabilir olduğunu” göstererek yeni yazarı cesaretlendirmek.
Üzerinde ince ince düşünüp yazdığınız bir cümlenin hatta bazen koca koca paragrafların metnin odağına hizmet etmediğini fark edip onları atmak zorunda kaldığınız o an… Bana sorarsanız, bir yazar için en büyük zorluklardan biri, o anda yapılması gerekeni yapmak, cümlelerine kıymaktır ve vereceği kararı metnin başarısını da, okur üzerinde bırakacağı etkiyi de belirler. Diğer her şey bir yana, Nobel Ödüllü yazar Elie Wiesel’in kaleminden çıkıp Yazma Uğraşı’nda yer bulan bir alıntı bu konuda insana ilham verecek, içini rahatlatacak cinsten: “Yazmak, eklemeye dayalı bir faaliyet olan resim yapmaktan farklı bir şey. Okurun gördüğü şey, tuvale koyduklarınız değildir. Yazmak, daha ziyade heykeltıraşlığa benzer; eserinizi ortaya çıkarabilmek için bir şeyleri çıkarır, elersiniz. Çıkardığınız sayfalar bile bir şekilde hâlâ oradadır. Baştan 200 sayfa olarak yazılmış bir kitap ile 800 sayfa olup da 200 sayfaya indirilmiş bir kitap arasında bir fark vardır. O 600 sayfa hâlâ orada. Siz görmüyorsunuz sadece.”
Görsel: Gökçe İrten
Yeni yorum gönder