Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yengelerin Artçısı Enişteler



Toplam oy: 213
Enişte Risalesi, 2017’de yayınlanan Yengeler Cumhuriyeti’nin devamı niteliğinde bir kitap. Tanıl Bora ve Mustafa Çiftci’nin derlediği iki kitap da aileye ‘sonradan’ giren akrabaya bakarken Enişte Risalesi’nde her biri nevi şahsına mahsus bir dizi enişte tipinin resmigeçidini okuyoruz.

Tanıl Bora ve Mustafa Çiftci’nin derlediği Yengeler Cumhuriyeti, 2017’de yayınlandığında epey konuşulmuştu. Epey konuşulmuştu dediğim, altıncı ayında ikinci baskısını yapmıştı o kadar... Öyle iyi romanlar, kıymetli derlemeler, sessiz şiirler güme gidiyor ki, iki baskı yapanı işte böyle muzaffer görüyoruz. Bir yandan, öylesine çiğ metinler yüz binlerce satılır, yalnız binlerce okunurken hem de...

 

Yengeler Cumhuriyeti’nde, derlemeyi yazılarıyla var eden kalemlerden bazısı “yengeye” içeriden bakıp ailesindeki ya da işittiği bir hikayedeki figürü ele alırken, bir kısmı bu “sonradan akrabaya” sosyolojinin görebileceği bir yandan bakıyordu. Aynı ikili, Tanıl Bora ve Mustafa Çiftci’nin iki yıl sonra yayınladığı Enişte Risalesi de, pek çok açıdan bir devam kitabı. Yengeler Cumhuriyeti’nin devamı yani... Takdimin yazarı Bora da teslim ediyor bunu, Yengeler Cumhuriyeti’nin artçısı” olarak tanımlıyor. Aynı takdimde enişteliğe yapılan “bir güçlenme ve genişleme imkanı yaratan kapı” benzetmesi de iyi bir işaret: Bizi yengenin de olanaklı kıldığı ama bir yönüyle eksik kaldığı yere götürüyor. Yani bu zincirlenerek büyüyen ailede yengenin açtığı yeni kapıları bir bir kapayıp evi büyüten enişteden başkası değil. Hal böyleyken Enişte Risalesi, artçı olduğu kadar bir tamamlayıcı işlevi de görüyor. Enişte kim? Önce bununla başlamalı... Kardeş kocası ya da teyze-hala kocası, yani bir aileden “kız alan” adama enişte deniyor. Bu aile bazen memleket oluyor, ki koskoca kasaba toplanıp bir adamı enişte belliyor. Kaleye sonradan gelip “seve seve” fetheden bir kumandan gibi, çoğu zaman, hem hayranlık hem düşmanlıkla bakılıyor ona. Öte yandan, bu fethin esas anlamlarını anlamak gerekiyor.

Başka dünyalar ondan sorulur
"Bir Fiat Doblo Erkeği Olarak Enişte" başlıklı yazısında Funda Şenol Cantek, enişteyi, “aileye dışarıdan gelip, hem mahremiyeti ihlal eden, hem de ailenin imkanlarından yararlanan bir kişiden yahut beraberinde getirdiği yabancı kültürün penceresinden dünyayı gösteren, ufuk açan, destek olan, hatta bazen ‘el uşağı’na dönüştürülen bir figür” olarak açıyor. Bütün bu akrabalık ilişkilerinden öte, eniştenin bir aile için ne demek olduğu ya da olabileceği bahsinde Cantek’in tanımını döne döne okumak lazım gelir. Derlemede, Ahmet Tulgar’ın enişteyi bir estetik meselesi olarak ele aldığı yazısı da dikkate değer. Ona göre enişte “dönen” bir şeydir ve onu görünür kılan şey “işlevidir”. Zira Tulgar, enişteyi bir “işlev temsili” olarak tanımlar. Ona göre enişte, bir iktisadi işlevi yerine getirirken, aynı zamanda aile müessesesine bir potansiyel rakip olarak girip tehdit üretir.
Derlemenin enişteyi daha çok bir anı olarak ele alan ve yazının başında Yengeler Cumhuriyeti’nden bahsederken kullandığım ifadeyle “ailesindeki ya da işittiği bir hikayedeki figür” üzerine düşünen yazılardan Bağış Erten’in "Çetindir Benim Eniştem"i, okura handiyse bir hikaye anlatıyor. Yazar, kendini dönüştüren bir “büyüğü” olarak Çetin eniştesini rol model olarak işaret ediyor. Ona göre enişte “paralel bir evrendir. Aile bir şey yaşar. O başka bir şey. Sonra bir gün elinizden tutar, Alice’in harikalar diyarına götürür. Başka dünyalar ondan sorulur. Arzın merkezine seyahat.”
Derlemenin en hacimli yazısı "İbrahim’in Tek İdeolojik Sorunu ya da Pardon’daki Enişteyi Yanlış Bilinç Olarak Okumak"ta Kadir Dede, meseleye “içeriden” bir bakışla başlayıp kendi deneyimleriyle hafzalasındaki enişteyi ortaya serdikten sonra, bir sinema figürü olarak kazmaya başlıyor. Dede, Pardon filmindeki isimsiz enişteden hareketle, Türk Sineması’nda yıllara yayılan bir düzenbaz enişte incelemesine soyunuyor. Ona göre, Pardon’da eniştenin hiç tekil şahıs iyelik ekiyle kullanılmaması, Ferhan Şensoy’un hayat verdiği İbrahim’in gözünde tüm olumsuzlukların sorumlusu olarak eniştenin görülmesi. Bu noktada kendi “öz hikayesi” ile kurgu karakter İbrahim’in eniştesiyle ilişkisini çatıştıran yazar, bu iki farklı deneyimden çıkarılabilecek olan sonucu, eniştenin aile için bir joker niteliğinde olması ile özetliyor. Şöyle bitiriyor: “(Eniştenin) Hem biz olup hem bizden olmaması, kendisine dair olumlu ya da olumsuz tüm duyguların da uçlarda yaşanmasına, sevgi ya da nefretin de gerçeküstü bir içerikle hissedilmesine sebep teşkil ediyor.”
Özün özü, bir bölümünü şu iki sayfaya sığdırmaya çalıştığım onca hikaye var “eniştede”. Tıpkı “yengede” olduğu gibi. Çünkü aile acayip bir şeydir...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.