Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yeni Japonya’da bir genç



Toplam oy: 391
Natsume Sōseki // Çev. Alper Kaan Bilir
Maya Kitap
Modern Japon edebiyatının öncülerinden sayılan Natsume Sōseki, yeni ile gelenek çatışmasında, Japon halkının bocalama dönemini anlatıyor.

Japonya’nın, 1800’lerin ortalarından itibaren İmparator Meiji önderliğinde başlayan Batı’ya açılma hamlesi, ülke insanı için bir “sorun”a dönüştü. Bilimsel ve teknik anlamda yüzü Batı’ya dönük olmasına rağmen toplumsal bağlamda geleneklerine sımsıkı sarılan Japon halkı, Avrupa’dan gelenlerin bohçasındaki kültürle bir bocalama devrine girdi. Bu durum çok kritik açmazlara neden olmasa da, özellikle insan ilişkileri ve iletişimde, kavramsal ve yaşamsal kimi çelişkiler doğurdu. Sanat ve edebiyat da haliyle bundan etkilendi; yeni ile geleneğin çatışmasından, büyük kentler ile taşra arasındaki “başkalık”tan doğan gerilimi yansıtan “ürünler” ortaya çıkmaya başladı. Bunun edebiyattaki örneklerinden birini, modern Japon edebiyatının öncülerinden sayılan Natsume Sōseki verdi. Başkarakterinin adını taşıyan romanı Sanşiro, Sōseki’nin mizahi bir dille kotardığı, az önce bahsettiğim Japon halkının bocalama dönemini anlatan bir kitap olarak öne çıktı.

 
Sanşiro, taşradan başkente gelerek Tokyo Üniversitesi’nde okumaya başlayan saf ve dürüst bir genç. Şehrin azameti karşısında şaşkına dönen, bunu bağlı olduğu gelenekleriyle aşmaya uğraşan Sanşiro, boyundan büyük duygularla ve düşüncelerle karşılaşıyor: Aşk, ölüm, bilim, sanat… Ardından bunları, yeni-gelenek çatışması içinde bir güzel sorgulamaya ve eleştirmeye girişiyor. Ancak Sanşiro’nun bu eylemi, bir reddediş ve şiddet barındırmıyor; o, hem kendi tepkilerini hem de etrafında olup bitenleri gözlüyor, korkup heyecanlanıyor ama bunları dışavurmuyor. Yeri geldiğinde yaptığı küçük çıkışlar ise naif kişiliğine uygun biçimde sadelikten şaşmıyor; Sanşiro, gözlemlemeye devam ediyor. Gözlemleri sırasında Batılı bir kadını, her yerin aynı anda inşa edildiği bir kenti, şehrin sakinlerinin taşrayı umursamaz tavrını ve kendi dünyası ile gerçek dünyanın henüz kesişmediğini görürken kalbi platonik aşklara takılıyor. Sanşiro’nun heyecanını frenleyen ya da yavaşlatan şey ise romanın fonunda yer alan şehir-taşra, yeni-gelenek çatışması.


Sanşiro, yaşadığı kampusu dünyanın yapmacıklı atmosferine benzetirken kendisine üç ayrı dünya kuruyor: İlki uzaklar; yani kendisi için kaçış yeri olan geçmişi. İkincisi okuduğu okul ve Tokyo. Sonuncusu ise modern mekanlardaki kadınlar. Her gece uykuya dalmadan bu üç dünyayı; annesini, üniversitedeki hocaları ile derslerini ve güzel kadınları karşılaştırırken geçmişi ve bugünü arasında gayet insani bir ayrım yaparak sevdikleri ile sevmediklerini tartıyor. O zamana dek geliştirdiği ahlaki yargıları incinse de bazen sorumluluktan kaçarak bazen yaptığı çıkışlar yüzünden kendisine şaşırarak “engin bir dünyada yaşayan şehirliler içinde” hayatına devam ediyor. Bu arada değişip dönüşen Japonya’da, tartışmaların merkezi Tokyo; özgürlük, edebiyat, Doğu-Batı farklılığı ve ideallere dair konuşmalar kentin her noktasında işitiliyor. Sanşiro da gözlemlerine devam ediyor...


Okul çevresinde ve biliminsanlarının dilindeki yaşam ve ölüm kavramları ise Sanşiro’ya hayli uzak: “Sanşiro, hayat ve ölüm döngüsü üzerine asla kafa yormamış bir adamdı. Damarlarında akan gencecik kan, öyle şeyleri düşünmek için fazla sıcaktı. Gençlik, gözünün önünde kaşlarını alazlandıracak kadar harlı yanan bir ateşti.” Tabii bu ateşe birliktelikler kadar ayrılıklar da dahildi. Sanşiro’nunki zorlu, mizahi, bazen acı bazen de isyankar bir yolculuktu.


Sōseki, pek çok sıkıntısına rağmen gayet şanslı bir genci resmediyor romanda. Daima soğukkanlı olan Sanşiro, dönüşüm geçiren ve geleneklerinden kopmayan Japonya’da, hemen her duyguyu hızla yaşıyor. Dolayısıyla hayatı zenginleşirken masumiyetini de kaybetmiyor.


Sōseki, romandaki başkarakterinin kişiliğinde o dönemin Japon gençlerini anlatıyor bir bakıma: Tökezleyen, kimi zaman düşen ve ayağa kalkmayı başaranlar, Sanşiro karakteriyle ete kemiğe büründürüyor.   

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.