Garanti Bankası'nın geçen sene, imparatorluk dönemine ait Osmanlı Bankası ana binasında açılan mekanı Salt Galata, 8 Temmuz'a kadar Tercüme Eden sergisine ev sahipliği yapacak. Daha önce Londra ve Tokyo'da düzenlenen bu serginin Türkiye ayağının küratörleri Charles Arsene-Henry, Shumon Basar ve Suna Kafadar.
Serginin tek görsel öğesi, Salt Galata'nın ferah ve kocaman binasının 14 noktasına yerleştirilmiş koyu plakalar, 'aktarım adaları'. Yani simsiyah bir plakanın üzerine yazılan kocaman bir yer adı: Sofya, İstanbul, Metaevren, Diyarbakır, Brixton, Ramallah, Tokyo, Doha, Bakü, Erivan, Kalandiya Kontrol Noktası, Bağdat, Benlik veya Batı Vancouver.
Bu plakalar mekanın dört katında farklı farklı yerlerde; kütüphanede, giriş merdivenlerinde, asansörde karşınıza çıkacak (ya da çalışkan bir izleyici olarak tek tek takip edeceksiniz izleri).
Ve girişte size elektronik bir cihaza bağlı kulaklıklar verilecek. Karşınıza hangi plaka çıktıysa, elinizdeki cihazda, plakanın üzerinde yazan numarayı tuşlayacaksınız. Ve sizi her plakanın karşısında, yaklaşık 10 dakikalık bir durma anı bekliyor. Kulaklıklardan, o mekanlarda geçen öyküler dinleyeceksiniz. Her mekana bir öykü.
Bu coğrafya başka coğrafya
Tokyo'yla Ramallah yan yana, Metaevren hemen altında, Diyarbakır ile Brixton biraz daha aşağıda. Burada kurulan Dünya'nın coğrafyası bildiğiniz gibi değil! Bir bakmışsınız; kah merdiven geçişinde Metaevren'de buluyorsunuz kendinizi; kah asansörde yolculuk etmeye hazırlanırken bir yandan Doha'da Sheraton Otel'de kaybolmuş küçük bir kızın peşindesiniz.
Ya da kütüphanede kitap dolu raflara dalarken Sofya'da Dondukov Bulvarı'nda Şumenska lokantasının karşısındaki malikanede dünyaya gelen adamın, Ulrich'in hikayesini dinliyorsunuz. Ama her seferinde mutlaka, bir yandan mekanların evrendeki özgün şahsiyetlerini araştırırken buluyorsunuz kendinizi.
Yazarların hepsi tanıdık: Sevim Burak, Evliya Çelebi, Ted Chiang, Douglas Coupland, Rana Dasgupta, Narmin Kamal, Sophia Al Maria, Guy Mannes-Abbott, Vahram Martirosyan, Tom McCarthy, David Peace, Adania Shibli, Neal Stephenson ve Murat Uyurkulak.
Metinlerin hepsi, başka metinlerinden alıntılanmış. Örneğin Diyarbakır'ı Murat Uyarkulak'ın Tol'ünde yaşarken; İstanbul'u Sevim Burak'ın Yanık Saraylar'ından alıntılanmış bir metinle dinliyor olacaksınız.
Tüm şehirlere gideceğim derseniz, iki buçuk saatinizi ayırmanız gerekecek. Görevliler, ziyaretçilerin genellikle birkaç mekanı dinlemeyi seçtiğini söylüyor. Bana sorarsanız, araştırma odasındaki pencereden Karaköy esnafını izlerken, Sevim Burak'tan Ziya Bey'i, İstanbul'u dinlemeyi es geçmeyin derim.
Yazar, aynı zamanda tercüman mıdır?
"Tercüme", "edebi metin" ve "mekan" serginin küratöryel konseptini bir araya getiren kavramlar.
Bu proje, güzel kalemlerden çıkmış güzel öyküleri çok güzel bir mekanda dinleyip keyifli vakit geçirmek isteyenler için iyi bir fırsat olabilir, evet. Ama ötesini görmeye çalışanlara da çok soru soracaktır: Bir yer, kendine harita üzerinde görünebilecek bir isim bulmadan önce bir yer olur mu? Bir yeri anlatan yazar aslında kaç yeri anlatıyordur? Bir yeri dinleyen ziyaretçi, kaç yere gider ve gelir? Okurken kafanızdaki sesi dinler misiniz? Metin sözcükler midir, yoksa onu okurken kafanızın içinde dönüp duran sesler mi? İkisi arasında ne fark vardır? Yazar ve okur da aslında birer tercüman değil midir? Eğer öyleyse, neyi neye tercüme ederler?
Küratörlerin "tercüme" tanımı, bu konseptin odağında: "Yazarın öyküyü sözcüklerle yakalayarak bir 'yer'e yerleştirme süreci". Yani, başka metinlerden yapılan alıntı ve göndermeler nedeni ile yapıbozumuna uğrayarak inşa edilen edebi metin; boşlukta süzülen düşüncelerin, adeta oltayla avlanıp bir "yer"e yerleştirilmeden ibaret. Bir 'yer'leştirme işlemi.
O zaman bu yer neresidir? Edebi metinde, mekan nedir? Metnin içinde geçtiği 'mekan'dan öte, kavramsal bir yer mi vardır düşüncelerin sözcüklerle inşa edildiği? Tercüme; gerçek bir semantik aktarım olası mıdır?
Salt'ın görkemli binasını terk ederken bütün bu sorular kafamda dönüyor. Ve biliyorum ki, çevirmenin olanaksız çabası, aslında en güzel olanaklılık.
* Stephane Mallerme'nin Un Coup de des jamais n'abolira le hasard adlı şiirinden.
Proust'un yüz yıl önce söylediği şeyi tekrar söyle. Cahiller de "wow!" desin.
Yeni yorum gönder