12 Eylül hapishanelerinden tünel kazarak kaçmak! Dönemi kıyısından köşesinden de olsa bir nebze bilenler için düşünülmesi, hayal edilmesi bile olanaksız, “hadi canım sen de!” denilecek, gülünüp geçilecek bir proje. Çok sıkı güvenlik önlemleri, günün her saatine yayılan, işkencehaneyi ayrı bir yer olmaktan çıkarıp hapishanelerin tümüne, koğuşlara yayan akıl almaz bir baskı sistemi... Gün aşırı aramalar, toplu dayaklar, en temel insani gereksinimlerin karşılanmadığı, araç gereç olarak insanların elleri dışında kullanabilecekleri neredeyse hiçbir şeyin olmadığı bir ortam... Ama beri yanda bu baskının tarihi kadar eski, o baskıdan daha muazzam bir gerçeklik var: insanın özgürlük için direnişi. Baskı ile özgürlük arasındaki mücadele hiç bitmiyor. Tarihin uzun evreleri çerçevesinde bakıldığında da kazanan hep özgürlük oluyor.
Yerin altında tünel kazmak denilince ilk anda kimsenin aklına öyle pek büyük problemler gelmez. Fakat elinize kazmayı alıp, bahçenizde, bırakın tüneli bir yana, 1 metre derinliğinde bir çukur açmaya çalışırsanız işin boyutlarını kıyısından köşesinden hafifçe idrak etmeye başlayabilirsiniz. Hapishanede değil, tamamen özgür bir ortamda elinizde her türlü el aleti ile 5-10 metrelik bir tünel kazmak çok değişik boyutları olan ciddi bir mühendislik projesidir. Herşeyi bir kenara koyalım, aleti, edavatı, kazılan tüneli gizlemeyi (sadece yönetimden değil, değişik nedenlerle koğuşta birlikte yattığınız kimi arkadaşlarınızdan bile), gürültüyü önlemeyi, aydınlatmayı, havalandırmayı, hepsini unutalım ve bir tek soru soralım: çıkardığınız toprağı nereye koyacaksınız?
Sabahattin Selim Erhan, 12 Eylül öncesinin kitlesel devrimci örgütlerinden Kurtuluş'un bir üyesi olarak 1981 yılında tutuklanır. Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün meşhur DAL'ında 67 günlük işkenceden sonra yaklaşık bir yıl kalacağı Mamak Askeri Cezaevine sevkedilir. Mamak cezaevinde insanları insanlıklarından çıkarmak için tarihin gördüğü göreceği en büyük insanlık suçlarının işlendiği dönemdir. 1983 yılının sonlarında Erhan'ın davası gereği Erzincan Cezaevi'ne sevki çıkar. Cezaevi 3. Ordu'nun ortasında bulunan bir yanı askeri havalanı olan askeri bir cezaevidir. 1986 yılına gelindiğinde ise mahkemeleri sonuçlanır: bazı arkadaşları idama mahkum edilirken, Erhan'ın da içinde olduğu bazı devrimcilerin idam cezaları ömür boyu hapse çevrilir. Onlar, ikisi hukukla ilgisi olmayan subay, diğeri askerden daha asker güya hukukçu bir sivilden oluşan mahkeme heyetinin bu kararına inat akşam koğuşa döndüklerinde cezaevi tatlısı ile kutlama yaparlar. Artık önlerinde hiçbir umut ışığı yoktur: 12 Eylül rejimi tüm ağırlığı ile devam etmektedir. Önlerindeki seçenek ya herşeyi kabul etmek ve ömürlerinin sonuna kadar mahkum kalmak, ya da kaçmaya çalışmaktır. Aralarında yaptıkları değerlendirmeler sonucunda kararlarını verirler: tünel kazarak kaçmayı deneyeceklerdir.
Erhan ve arkadaşlarının kaçmak için müthiş bir azimleri ve kararlılıkları vardır ama ellerinde kalemtraştan başka bir şey yoktur. Evet bir kalemtraş, onun küçücük bıçağı! İnsanın ne muhteşem bir varlık olduğunu bundan daha iyi ne kanıtlayabilir? Elinizde bir kalemtraştan başka hiçbir şey yok ve siz betonlara, demirlere, kayalara karşı uzunluğu 100 metreyi aşacak bir tüneli kazmayı göze alabiliyor ve işe başlıyorsunuz.
Arkadaşlarından Çarşambalı Suat'ın söyleyişi ile “Sebayittin” Selim Erhan, o kadar güzel anlatmış ki 3 kaçış öyküsünü, insan heyecan içinde özgürlüğe kavuşmalarını bekliyor, kitabı elimden bırakamıyor. Erhan'ın güzel anlatımı ve anlatımı için seçtiği teknikler sayesinde, bir anı kitabı olmasına rağmen sanki bir macera romanı gibi okunuyor. Dolayısıyla okuyacak olanların keyfini kaçırmamak için olayların akışından, dönemin 3. Ordu Komutanı Sabri Yirmibeşoğlu, sonrasında Eskişehir Cezaevi döneminde Adalet Bakanı olan Oltan Sungurlu ile ilgili anılarından da daha fazla söz etmeyelim. Eğer bu bir roman olsaydı bazı yerlerde “Yok artık, bu kadar da olmaz!” denebilecek çözümler üretiyorlar. Dönemin atmosferi, insan ilişkileri, hapishane ortamı, tünel kazma sürecinin tüm detayları, neredeyse günü gününe o kadar başarılı bir biçimde kâğıda dökülmüş ki, sanki soluk soluğa bir macera filmi izliyoruz. Tesadüfen daha bir kaç gün önce, Erhan'ın da anılarında bahsettiği ve kendi maceraları ile özdeşlik kurduğu Henri Charriere'nin 1968'de yayınlandığında bütün dünyada çok satar olan, Fransız Guyanasında başından geçenleri ve kaçışını anlattığı “Kelebek” isimli romanınından uyarlanma filmi izlemiştim. Sebayittinlerin macerasının yanında Charriere'inki çok basit göründü. Bunun da ötesinde Internet'de yaptığım kısa bir araştırmada dünya tarihinde Erzican Askeri Cezaevinden kazılan tünel uzunluğunda bir cezaevi tüneli bilgisine rastlayamadım.
Dahası, çok daha önemlisi var: bu kitap akla gelebilecek en zor koşullarda liderlik, örgütlenme, çözüm üretme, ekip çalışması konusunda bir başyapıt. Sebayittin'in hapishane öncesi dönemde devrimci mücadele içerisinde yeteneklerini ne kadar sergileyebildiğini bilmiyoruz ama sanki hapishane koşulları onun eşine az rastlanır kişisel becerilerini sergileyeceği bir ortam oluşturmuş.
Bu kitabın yayına hazırlanmasında emeği geçen, anıların gün ışığına çıkmasına vesile olan Şair Naim Kandemir'e de şükranlarımızı iletiyoruz. Onun deyişiyle “Tünellerin Piri” Sebahattin Selim Erhan'a da yoldaşları ile birlikte sağlıklı ve uzun bir ömür diliyoruz. Şimdilerde kalbine karşı sürdürdüğü mücadeleyi de kazanacağından hiç şüphemiz yok. Tıkanmış damarları varsa, onları açmanın da bir yolunu bulacaktır mutlaka.
Yeni yorum gönder