Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yol Yakınken Kaçın Bu Kitaptan



Toplam oy: 1129
Paul Celan, Ingeborg Bachmann
Turkuvaz Kitap

"Güzelim mektubun, sevgili mektubun, bir kez daha,
ve daha birçok kez beni sevindirecek mektubun –“sessizlik” olmasın."
Ingeborg Bachmann


İki şair, iki âşık şair, iki ayrı düşmüş âşık şairin mektupları nasıl okunur? Okunabilir mi? Mümkünse bu kitaptan kaçın. Alıp başınızı gidin. Ama dönüp dolaşıp gelecek ve acısıyla ahıyla, “her şey aynı, aşk da, para da, yayın dünyası da” diyerek, kendini mecbur kılan tuhaf bir hevesle okumaya devam edeceksiniz. Dönüp dönüp okuyacaksınız işte... Kendinize sayfalar koyacaksınız sonra. Günde on sayfa. Olmazsa günde üç mektup. Kendinizden korktuğunuz anda kapatın kitabı, sokağa çıkın, bir arkadaşınıza gidin, bir Türk kahvesi için. Hele de bir aşkı sonlamak zorunda olduğunuz bir dönemdeyseniz aman dikkat...

Aşk. Öyle benziyor ki iki şair yazışmasındaki aşk da diğer aşklara. Ayrılık acısının, yoğun özlemin neden olduğu hırçınlık. Kaçılamayan tutku yüzünden kendi merkezinden uzaklaşan bireyin telaşı, karmaşası, öfkesi. Karşısındakinin canını acıtma ihtiyacı... Acımasız bir ayrılık çünkü geçim derdinin, hayatta kalmanın üç temel ilkesinin peşinde hayat gailesinin acımasızlığı bu. Toplama kampında öldürülen bir anne babanın oğlu olarak travmalarıyla, şairliğin karmaşık durumları ve dışlanmışlığı yüklenen Paul Celan... bir acımasız geçmiş. Ingeborg Bachmann’ın mücadelesi ise zaten başlı başına bir meydan muharebesi gerektiren tutkulu aşka eklenmiş, ne çok engele, düşmana karşı... Bir acımasız şimdi içinden şöyle sesleniyor Bachmann: “Gelmeliydim oraya, sana bakmalı, seni çıkarıp almalıydım, seni öpmeli ve kayıp gitmemen için tutmalıydım. Günün birinde geleceğime ve seni geri getireceğime inan lütfen. Kocaman bir denizin açıklarına sürüklendiğini büyük bir korkuyla görüyorum, ama kendime bir gemi inşa edip seni kaybolduğun yerlerden geri getireceğim. Sen de bunun için biraz çaba harcamalı ve işimi zorlaştırmamalısın. Zaman ve pek çok şey bize karşı, ama zaman, kendisinin içinden kurtarmak istediklerimize zarar verememeli.” O dönemin sosyal ve ekonomik şartlarını düşünürsek erkekle kadın rollerin yer değiştirdiği bir ilişki bu... “Beni artık sevmediğini, beni yanına almayı artık düşünmediğini biliyorum, ama umut etmemek ve seninle birlikte geçireceğim hayat için bize belli bir maddi güvence sağlayacak, şurada ya da burada yeniden başlamayı mümkün kılacak bir temel oluşturabilmek umuduyla çalışmamak elimde değil.”  Ya da birkaç satır sonra... “Daha sağlam olmalıyım, senin için daha sağlam olmalıyım.”

Yazmak. Birkaç yerde soruyor Paul Celan: “Bu yazmanın anlamı ne, yazmayı yaşamak haline getirmiş olan kişinin anlamı ne? Hem...” Peki, bu “Hem...” ne? Aşkın tek başına yeterince sorun olan sorunları ve acımasız ayrılığın kıskacına bir de yazmak sorununu ekleyin. Bireysel iş, eylem, durum olan yazmakla, sosyal ilişki gerektiren yayın dünyası arasında bocalayan iki yazarın çilesini. Ayak oyunları. İftira. Çekememezlik. Yok sayma. Yol kesme. Kısaca yüksek egoların, birbiriyle çarpıştığı, bir karşı ego bulamayınca kendisiyle çatıştığı bir ortam, edebiyat çevresi-sanat dünyası. Hem Celan’in hem de kendisinin yaşadığı pek çok haksızlık hakkında görüşlerine zaman zaman mektuplarında yer veren Bachmann ilk kitabı hakkında çok az eleştiri yazısı yazılması üzerine, bizim zaman zaman uzunca tümceler kurduğumuz şeyi özetleyiveriyor: “Ama zaman şiirlerin lehine işler”. Şairin kendi şiirini yazmak yerine şiir çevirmesine ise şeytan dürtmesi diyor Celan. Paul Valéry’nin başyapıtlarından biri olan “Genç Kader İlahisi’ni” çevirirken şöyle bir dilekte bulunuyor. “510 dizeden 460’ını çevirdim, şeytan yardımcım olsun ilerletmeme, ya da yakın akrabalarından biri!” Yazar için, yazmak sürecinin etik değerleriyle para kazanmak ilişkisi ciddi bir sıkıntı olmuştur hep. Onlar için de geçim derdi çok büyük sorun. Para, kazanmayı pek bildikleri bir şey değil. Bir mektubunda Bachmann, uçak yolculuğu yapıp bu yolculuk hakkında bir gezi yazısı yazmasını doğru bulmayan Celan’e şöyle yanıt veriyor. “Bence zorlu ve karşılığında bir miktar para alınan bir çalışma, sadece ne yazmak istiyorsam onu yazacağım, kötü ya da önemsiz olabilir, ama bu yüzden kendimi terk etmeyeceğim, yanlış tanımayacağım.”

Kalp Zamanı, iki âşığın ve sonradan arkadaş olmaya çalışan iki ruhun edebi değer taşıyan mektuplarını içermiyor sadece. O dönemdeki edebiyat dünyasına da farklı bir yerden ışık tutuyor. Kitap ayrıca Celan ile Bachmann’ın hayatını paylaştığı Max Frisch’in ve Bachmann ile Celan’ın eşi Gisele arasındaki mektuplaşmalara yer veriyor. Bu dört insanı iletişime, bir tür ilişkiye zorlayan ise ortada somut bir şekilde duran o görünmez ama görünen, o yok edilmez şey, aşk. Ingeborg ile Paul’e ait olan.

Paul Celan 1970 yılında Paris’te kendini Seine nehrinin sularına bıraktı. Ingeborg 1973’te evinde çıkan yangında aldığı yaralarla hayata gözlerini yumdu. Su ve ateşte söndüler. Birbirlerini doya doya yakıp, kana kana söndüremeseler de...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.