Yusuf Atılgan, öyküleri ve biri yarıda kalmış üç romanı ile hakkında en çok yazılan ve konuşulan yazarlarımız arasında. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan mektupları yazara yönelik bu ilgiyi biraz daha arttıracağa benziyor. Atılgan’ın mektuplarının adresi, memleketi Manisa’nın Hacırahmanlı köyünden, Halil Şahan. Kitap da Şahan’ın yazdığı bir sunuş yazısı ile açılıyor. Şahan, biraz daha uzun olsa başlı başına bir anı kitabı da olabilecek bu etkileyici sunuşa Atılgan ile nasıl tanıştığını anlatarak başlıyor.
Öğretmen olan Şahan, 1973 yılında Muğla’da bir tanıdık aracılığıyla Atılgan ile karşılaşıyor ve sohbete koyuluyor. Bu esnada Şahan, Atılgan’a öğretmen olduğundan, iki yıldır başka bir yere atanmayı beklediğinden bahsedince Atılgan ona kendi köyünü, Hacırahmanlı’yı öneriyor.
“Yusuf Abi”sinin bu önerisini dikkate alan Şahan, Hacırahmanlı köyünü istek listesine yazıp atanıyor ve Atılgan’la karşılaşmanın yollarını aramaya başlıyor. Atılgan’ı tanıyan köylülere göre, Şahan’ın bu çabası nafile. Çünkü “Yusuf Bey” kimseye selam vermez, kimsenin halini hatırını sormaz, bir Allah kuluna çay ısmarlamaz, yanına sokulanı kovmaz ama konuşmaz da.
Şahan, anlatılan bu duruma göre mevzi almış vaziyette; kendi deyişiyle, ne olur ne olmaz diyerek, Atılgan’ı arayıp sormayı bırakıyor. Ta ki bir gün yeniden karşılaşıncaya kadar… Bu karşılaşma sayesinde Atılgan’ı daha yakından tanımanın ilk adımlarını atıyor, böylece köylülerin anlattığı “Yusuf Bey”i daha iyi anlıyor ve “solculuktan” hüküm giymiş birinin bir Anadolu köyünde böyle yaşaması gerektiğine inanıyor: “Ağzından bir şey kaçırmayacaksın, davranışlarına dikkat edeceksin; kısacası temkinli olmak zorundasın.”
Ayrıca Şahan, Atılgan’ın kişilik yapısının da bu duruma elverişli olduğunu düşünüyor, onu Aylak Adam’ın C.’si gibi görüyor. Atılgan’ın annesi Avniye Hanım’ın ağzından aktardığı bir olay bu durumu örneklerken, okurun yüzünde hoş bir tebessüm oluşturuyor: “Yusuf Abin, çocukluğunda korkakçaydı. Camiye teravih namazına götürürdüm onu; sakın kıpırdama, Allah taş yapar sonra, derdim. Namazın sonuna kadar kaşını gözünü bile oynatmadan otururdu.”
Şahan’ın bu köyde dikkatini çeken iki şey var; ilki Hacırahmanlı Kalkınma Kooperatifi Tüketim Mağazası, ikincisi ise sinema afişleri. Anlatılanlardan afişleri asılan filmleri Atılgan’ın seçtiğini öğreniyoruz. Anlaşılan o ki, Atılgan, Aylak Adam’ın “sinemadan çıkmış insanı”nı önce Anadolu’nun bir köyünde dolaştırmış.
Sunuşta anlatılan dikkat çekici olaylardan bir diğeri Yusuf Atılgan ile Bilge Karasu arasında geçiyor. Şahan’ın tam olarak hatırlamadığı fakat Kapadokya gezisinde gerçekleştiğini tahmin ettiği bir sohbette, Atılgan, Karasu’ya “Türkçeyi bir sen bir de ben doğru kullanıyoruz” diyor, Şahan, Atılgan’ın bu cümleyi kurarken şaka yapmak istediğinden son derece emin. Karasu şu cevabı veriyor: “Hayır sen değil ben,” ve ekliyor: “Genç oğlan diye yazıyorsun çünkü.”
Yusuf Atılgan ile ilişkisinde Şahan’ı etkileyen en önemli olay, Atılgan’ın işkenceyi yazmak istemesi oluyor, yorumunu sanırım rahatlıkla yapabiliriz. “İşkenceyi yazmak istiyorum, ama dibe çökmesini bekliyorum” diyor, Atılgan. Bu cümleyi Şahan, Atılgan’ın “işkence gördüğü, ama etkisinden kurtulamadığı” biçiminde algılıyor. “Algılıyor” çünkü Atılgan hapishane hayatıyla ilgili ona da çok az şey anlatıyor. Şahan’ın aktardığı, hapishane ile ilgili iki olay yine oldukça etkili:
“Hapisliğiyle ilgili kendinden anlattığı çok az şey vardı. Bunlardan biri ‘Sekiz ay yattım, altı ay hüküm giydim, devletten alacağım var idi’. Bir başkası ise, Abdülbaki Gölpınarlı’yla ilgiliydi. Üstadın, hapishanede Farsça gazellerle namaz kıldırdığını keyifle anlatırdı.”
Atılgan bir başka sohbette ise hapishaneye girmek ve evlenmek arasında şöyle bir bağlantı kuruyor: “Hapishanede bir söz vardır: Hiç girmeyen eşektir, ikinci kez giren eşşoğlu eşşektir, derlerdi. Ben bunu köyde evliliğe uyarladım. Hiç evlenmeyen eşektir, ikinci kez evlenen eşşoğlu eşşektir.”
Mektuplar
Yusuf Atılgan, ilk mektubu 1980 yılı martında postalıyor ve ölümünden altı ay öncesine kadar Şahan ile bu şekilde iletişim kurmaya devam ediyor. Tam 48 tane mektup gönderiyor. Fakat evine gelen ve Şahan’ın deyişiyle böyle şeylere meraklı bir arkadaşı mektuplarının tekini “yürütüyor.”
Mektuplar genel olarak üç konu üzerinde. Atılgan’ın köydeki işleri ve annesi, eşi Serpil ve oğlu Mehmet, şehirdeki işleri ve kitaplar, dergiler, yazarlar, yayınevleri… Şahan, bir bakıma Atılgan ile köydeki annesi arasında iletişim kuruyor. Şöyle yazıyor Atılgan: “Halil Kardeş, iki gün önce mektubunu aldığıma çok sevindim; çünkü iki haftadır anamdan mektup gelmiyordu; herhalde yazdıracak birini bulamamıştır. Sen gene onunla konuşup bana yazarsan sevinirim.”
Hemen hemen her mektupta karşılaştığımız bir diğer kişi Atılgan’ın oğlu Mehmet. Atılgan, Şahan’a oğlunun gelişiminden bahsediyor. Mektuplardaki en güzel bölümlerden birinin alıntılayacağım şu bölüm olduğu kanaatindeyim: “İyilik haberlerinize sevindim. Burada bizler de iyiyiz. Oğlanda alerjik sivilceler çıkmıştı; neyse çabuk geçti. Tatlı tatlı kaşınıyordu. Yürümesi bir hayli düzeldi; neredeyse koşmaya kalkacak. Eline bir kitap geçirdi mi sayfa sayfa keyifle yırtıyor. Nedense kimi kitaplara öyle bir ilgisi var. En hoşlandığı Enis Batur’un Şiir ve İdeoloji kitabı. Enis bu kitabı onun adına imzalamış; sanki biliyor bunu. Bir huysuz anında eline veriyoruz; sakinleşiyor, başlıyor karıştırmaya ve –şaşılacak şey- yırtmıyor.”
Ayrıca, “şehirdeki” Atılgan’ın “köydeki” Şahan’a bir takım kitaplar gönderdiğini de sık sık görüyoruz. 14 Nisan 1980 tarihli mektupta “Vedat Türkali’ye senin için son baskısından bir de Bir Gün Tek Başına imzalattım” diye yazıyor Atılgan. Yine, bir mektubunda Şahan için Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Aydaki Kadın’ını, Muharrem adlı bir arkadaşı için de Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları’nı gönderdiğini anlıyoruz.
Adam Yayınları, Can Yayınları, Sanat Olayı dergisi ise Atılgan’ın Şahan’a anlattığı iş yaşamının birer unsurları. Şöyle diyor Atılgan; “Adam Yayınları’ndan toptan ayrılmak zorunda kaldığımızı sana yazmış mıydım? Neyse ay sonunda oradan ayrılıp aybaşında Can Yayınları’nda, Erdal Öz’ün yanında aynı koşullarda işe girdim. Yayınlara gelen kitapları okuyup dil düzeltmeleri yapıyorum. Şimdilik yorucu değil.”
Bu mektuplar ve anılar sayesinde, Yusuf Atılgan’ın eserlerindeki kurmaca ile gerçek arasındaki bağı da görebiliyoruz. Anayurt Oteli’ndeki dava, Korkut’a Masal’ın Arnavut Mustafa’sı, Aylak Adam’ın Edebiyat Fakültesi…
Çok sayıda önemli ve güzel ayrıntıyı barındıran mektuplar aracılığıyla Yusuf Atılgan okuyucusunu bir kez daha kendisine bağlıyor. Şahan ve Edebi Şeyler Yayınevi ise Türkçe edebiyatın böylesine önemli bir yazarının günlük hayattaki “sesini” bize ulaştırdıkları için ayrı bir teşekkürü hak ediyorlar.
Yeni yorum gönder