Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Zaman ve uzayda tehlikeli bir macera



Toplam oy: 1468
John Scalzi
İthaki Yayınları
Mizahı tartışmalı olsa da Kırmızı Üniformalılar'da ortalama bilim-kurgu okuyucusunu gülümsetebilecek bölümler mevcut. Scalzi'nin evren, bireyin iradesi, gerçeklik ve farkındalık ilişkisi üzerine okuyucuyu düşündürücü paragrafları da cabası.

Ülkemizde adını Yaşlı Adamın Savaşı'yla duyurmuş olan ödüllü Amerikalı bilim kurgu yazalı John Scalzi'nin Star Trek evreninde geçen, bilim kurgu ve komedi türlerini sentezlediği yeni kitabı Kırmızı Üniformalılar geçtiğimiz günlerde yazarın öteki kitaplarını da okuyucuyla buluşturan İthaki Yayınları'nca okuyucuya sunuldu.

 

(Üst) Kurguya kısaca bir göz atalım: Asteğmen Andrew Dawl, Evrensel Birlik'in bayrak gemisi Gözüpek'e atanmış, bu da ona dış görevlerde filonun en ünlü subaylarıyla birlikte çalışabileceği prestijli bir konum kazandırmıştır. Andrew için her şey yolunda görünmekte, hayat tıkırında gitmektedir. Ta ki her dış görevin uzaylılarla ölümcül mücadeleleri kapsadığını, her görevde en azından düşük rütbeli bir görevlinin öldüğünü ve esrarengiz bir biçimde subayların hiç zaiyat vermeden hayatta kaldığını öğrenene dek. Her dış görev zamanı geldiğinde gemide kahvenin bitmesi ve zor zamanlar geldiğinde yapılması bilimsel olarak mümkün olmayan şeyleri gerçekleştirebilen makina gibi gizemler de cabası.

 

 

Astağmen Andrew Gözüpek'in gerçekten ne olduğuyla ilgili bir bilgiye tesadüf edene kadar kaygılı günler sürüp gider. Ardından öğrendiği bilgiyi arkadaşlarıyla paylaşır; onlara yaptığı çılgınca ve riskli teklifin ardından çok geç olmadan hayatlarını kurtarmak adına zaman ve uzayda tehlikeli bir maceraya çıkarlar.

 

Öncelikle kitabın olumsuz yanlarından başlayalım. Kırmızı Üniformalılar maalesef içindeki karakterlerin şahsına münhasır bir dokusu olmayan, hepsinin birbirine benzediği ve birbiri gibi konuştuğu sorunlu bir karakter yapısına sahip. "Konuşmak" demişken kitabın neredeyse bütünüyle diyaloglardan oluştuğunun altını çizmekte yarar var. Hayır, betimlemelerin zayıflığını kastetmiyoruz. Ne hikayenin merkezindeki uzay gemisi Gözüpek'e, ne de karakterlere dair hemen hemen hiçbir betimleme mevcut değil. Bu kitabı bir yandan hızlı okunur ve kolay kılmakla birlikte, öte yandan kurgunun bulanık bir şekilde imgelenmesine sebep oluyor. Elbette okuyucunun hayal gücü belirleyici, göreceliliğe kapı aralayan, boşlukları okuyucunun dolduracağı bir alan elzemdir. Fakat bir an C.S. Forester'ın kitaplarındaki gemilerin hiçbir betimleme olmadan yazıldığını düşünelim. Şüphesiz, en kibar ifadeyle "ilginç" olurdu. Bunun yanı sıra kitabın ikinci kısmında, hikayesinde derin, keşfedilebilir bir yan olduğunu ifade etmek için, Scalzi'nin anakurgudan ayrı, farklı hikayelerden oluşan üç bölümlük kodeks yazdığını belirtmeliyiz. Aslında bu kodeksleri bilinçdışı bir günah çıkarma tezahürü olarak yorumlamak mümkün; zira kurgunun temeli yeterince derinlikli işlenmeyince, yazarın kurgusunun keşfedilecek derinlikleri olduğuna vurgu yapması bir nevi biçimsel bir kendini ele veriş olarak adladırılabilir.

 

Yalın ve akıcı

 

Eserin olumlu yanlarına gelecek olursak, yazın herhangi bir plajda 3-4 saat içinde okuyabileceğiniz, yalın ve akıcı bir eser olduğu şüphesiz. Mizahı tartışmalı olsa da ortalama bilim-kurgu okuyucusunu gülümsetebilecek bölümler mevcut. Scalzi'nin evren, bireyin iradesi, gerçeklik ve farkındalık ilişkisi üzerine okuyucuyu düşündürücü paragrafları da cabası.

 

Fakat bitirmeden şunu belirtmek gerekiyor ki, Scalzi röportajlarında kitabı beş haftada bitirmekle övüneceğine, hepsi tek bir ağızdan konuşan karakterlerine ve olmayan betimlemeleri üzerinde biraz daha derinlikli bir tasarım sürecine müdahil olmalıydı. Fakat başarılı kitaplar yazmış birçok genç yazar; bir kez medya desteğini alıp "best-seller" unvanıyla vitrinlere çıkınca, çoğunlukla estetiği bir yana bırakıp tembellik ve acelecilik gafletine düşerek eskisi kadar iyi olmayan, "kitsch" kitaplar yazabiliyor. Okuyucuya naçizane tavsiyem Scalzi okumak arzusundaysalar, bu kitabı erteleyip Yaşlı Adamın Savaşı'yla başlamaları.

 

 


 

 

* Görsel: Deviantart

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.