Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Zemin kat ailesini tahrik etmek



Toplam oy: 185
Dirk Kurbjuweit // Çev. Regaip Minareci
Hep Kitap
Yargının ve hukukun yetmediği bir noktada aileniz tehdit altındayken ne kadar ileriye gidebilirsiniz?

Aile kimimiz için yıkılmaz kale, kimimiz için mutlaka yıkılması gereken ama yıkıldığında da altında kaldığımız koca bir yapı. Neden bilmiyorum ama bütün anlatısı kusursuz olan bir ailenin içerisinde bile bir sorun varmış gibi geliyor bana. İnsan sonuçta hatırladığı kadarıyla ya da biçimiyle kendi hikayesini yeniden yazabilme yeteneğine sahip. Aileye dair hikayeleri anlatmak, acı bir olay yaşanırken, ben ne yaşıyorum, diye sorgulamayıp üzerinden zaman geçtikten sonra geçmişe bakıp, vay be ne badireler atlattık, demek gibi...

1962 doğumlu gazeteci yazar Dirk Kurbjuweit’in 2013 yılında yazdığı Korku (orijinal adı Angst) aile kavramını, aileyi en çok tanımlayan “korku” kelimesinin üzerinden anlatıyor. 1999 yılından bu yana Spiegel’de çalışan yazar yaptığı haberlerle 1998 ve 2002 yılında Egon-Erwin-Kisch Ödülü’nü almış. Yazarın ayrıca yayımlanmış yedi romanı var ve bu romanların üçü filme çekilmiş.

Kurbjuweit Korku’da, eğitimli sınıfa mensup insanların, hayatlarına ansızın giren korku ile nasıl mücadele ettiklerini, insanın aklının şiddete meylettiğinde nasıl sekteye uğradığını ve korkunun hayata bir kez sirayet etmesinin her şeyi nasıl altüst ettiğini anlatıyor.

Bir gerilim romanı olan Korku dört kişilik bir ailenin yeni bir eve taşınmasıyla başlıyor. Aile, alt komşularının -hukuk sınırlarını elle tutulur şekilde aşmadığı için- yasal olarak müdahale edilemeyen tacizlerine maruz kalıyor. Komşuları kapılarına sürekli mektuplar bırakıyor, durmadan onları dinliyor ve gözetliyor. Yeni komşularını yapmadıkları şeylerle suçluyor ve yaşanmamış olayları yaşanmış gibi göstererek polise şikayet etmeye kadar vardırıyor olayları. Sınırlarını iyi belirlediği ve hukuki boşluktan yararlandığı için ne yazdığı mektuplar ne evi gözetleyip dinlemesi onun yargılanması için suç unsuru teşkil ediyor. Kurbjuweit burada okuruna şunu soruyor: Yargının ve hukukun yetmediği bir noktada aileniz tehdit altındayken ne kadar ileriye gidebilirsiniz?

Roman bir cezaevi hikayesiyle açılıyor. Anlatıcı Randolph, işlediği korkunç bir suçun ardından cezaevine giren babasını ziyaret ediyor. Yalnız baba Hermann Tiefenthaler, bir süre önce iletişime açık olmasına rağmen, oğluyla konuşmaktan vazgeçiyor. Cezaevinde ailecek kutlanan doğum gününün anlatılmasının ardından her şey geçmişe, Berlin’de duvarın olduğu zamanlara gidiyor.  

Savaş görmüş bir ailenin, savaşın bitmesine yakın zamanda dünyaya gelen oğlu Randolph’un bir ablası ve bir erkek kardeşi var. Ablası vefat ediyor, erkek kardeşi ise yeryüzünde zar zor yaşıyor. Kendi çekirdek ailesinin içinden çıkıp kendine aile kurabilen tek çocuk o. Çocukluğunu genellikle iyi anıyor ama onun anlattıklarını okudukça anlıyoruz ki sert, sevgisini göstermeyen bir babaya sahip. Üstelik baba silahlara oldukça düşkün. Karısı Rebecca ile, içinde büyüdüğü aile hayatının tam tersini kurduğuna inandırıyor kendini. Ne var ki anlattıkça kendi düşüncelerini çürütüyor. Randolph sıklıkla geçmişe gidip babası, erkek kardeşi, ablası ile olan hikayelerini ve onlardan istemsizce nasıl uzaklaştığını anlatıyor. Yaşadığı o günlerle bugün hissettikleri arasında gidip geliyor. O zamanlar olduğu gibi her daim kendi annesine saygı duyuyor. Korku onun için daha çok erkeklik ve baba-oğul olma durumundaki gerilimin bir ifadesi. Randolph bütün yaşadıklarını yazarak anlatmak ve bir şekilde aklını kurtarmak istiyor. Kendi eğilimlerinden endişe ediyor. Bir sırla yaşamaya tahammül edemiyor.

Yazar orta sınıf bir aile hayatının içine korkuyu ve gerilimi koyuyor. Aile kavramına ve birey olmaya dair, özellikle erkek olmak üzerinden sorgulamalar yapıyor. Yarattığı psikolojik gerilim ile okuru kendisine bağlıyor. Zemin katta yaşayan bir ailenin bodrum katta yaşayan adama karşı verdiği mücadele bir yandan da sembolik bir işleve sahip. Başına bir şey gelmez sandığımız o korunaklı ailemizin başına bir tehlike geldiğinde elimizden hiçbir şey gelmemesini bir alt-üst sınıf eleştirisiyle birlikte sunuyor Kurbjuweit. Kitabın sonuna yaklaşırken yazar okuru, şiddete başvurmayı bir türlü kabul edemeyen, hukuk düzenine bağlı ve eğitimli “zemin kat ailesi”, “bodrum katı canavarının” tahriklerine dayanabilecek mi, sorusuyla karşı karşıya bırakıyor.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Nora Yeksek

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.