Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Zihnin arafının peşinde



Toplam oy: 644
Federico Axat // Çev. Mehmet Gürsel
Domingo Yayınevi
İyi Adam’da her şey, bir intihar sahnesiyle başlıyor. Sonun başlangıcı olarak da kabul edilen intiharla, daha ilk bölümden bir belanın eşiğinde olduğunuzu hissediyorsunuz.

Kendinizden emin olarak aldığınız hayati bir kararın eşiğinde, sizi o kararı almaya iten geçmişinizin bambaşka bir gerçekliğe sahip olduğunu öğrendiğinizi düşünün. Üstelik bu gerçekliği bir türlü aslına ulaştıramıyorsunuz, çünkü bilinciniz, size oynadığı oyunlarla onu sürekli değiştiriyor... Hâlâ aynı kararı alır mıydınız?

Federico Axat’ın Türkçeye çevrilen ilk kitabı İyi Adam’da her şey, bir intihar sahnesiyle başlıyor. Sonun başlangıcı olarak da kabul edilen intiharla, daha ilk bölümden bir belanın eşiğinde olduğunuzu hissediyorsunuz. Hikaye boyunca başkarakter Ted’in tüm meraklarını en az onun kadar okuyucuya hissettiren Axat, geçmişe dönüşlerle, o sona neden gelindiğini, o sona gelirken hangi yollardan geçildiğini ters köşe yaparak anlatıyor. Düğüm düğüm karışan, her karışan düğümün ardından gelen hiç beklenmedik çözümlemelerle hikaye de farklı bir yönlere sapıyor. Ve bu serüvende okuyucu da en az Ted kadar kafa yürütmeye teşvik ediliyor. Çünkü Axat, doğru parçanın hangi taşın altında olduğuna dair ipuçlarını verse de, o ipuçlarından bir neden-sonuç ilişkisi çıkarımı yapılmasına zekice engel oluyor ve bunu yaparken de sizi, tıpkı Ted gibi bir karışıklığın içine sürüklüyor. “Doğru nedir” gibi sorular irdelenirken, bir dedektif misali izlerin peşine düşülerek hikayede bütünlük yaratılmaya çalışılıyor.

 

Her durumun arafı, mevcut durumun en kötü halinden bile daha kötü kabul edilir. Edebiyatta, sağlıklı olmak ile deli olmak arasındaki o ince çizgiye “methiyeler” düzüldüğüne rastgelmiş olsak dahi, gerçekte bilinç ile bilinçsizlik arasında gidip gelmek pek de övülecek bir şey olmasa gerek! Çünkü belirsizlik, bilincin karşısına çıkan belki de en korkunç durum olarak ünlenmiştir. İyi Adam’da da arafların üzerine giderek yaşamaya, gerçekliğe, bilinçlilik haline tutunmaya çalışan bir karakterle karşı karşıya kalıyoruz. Üstelik tüm yan karakterler de en az başkarakter kadar önemli. Çünkü onu var eden, onun şimdisini yaratan, hiç önemsiz görünen detaylarda saklanmış unsurlarla, nereden geleceği belli olmayacak şekilde ortaya çıkabiliyor. Başkarakterin erişemediği noktalara yan karakterler erişip ihtiyaç duyulan parçayı bularak tamamlayabiliyor. Anların içerisinde kendine yer bulan fakat pek de üzerine düşülmeyen ufak bir ayrıntı, bir anda tüm gidişatı şekillendirecek bir öğe haline gelebiliyor. Tıpkı satranç gibi, sonraki hamleyi öngörmeyi gerektiren olaylar zincirinde, Stefan Zweig’ın Satranç’ında da işlenen takıntılı ve paranoyak ruh haline atıfta bulunuluyor. Yapılan her hamle bir sonrakinin temelini hazırlarken, hikayeye eklenen ve çıkarılanlar da gerçekliğe şekil vermeye başlıyor ve bazen çoktan bittiği düşünülen bir hikaye, tam da o an yön değiştirerek başka bir başlangıca evrilebiliyor.


Arjantinli yazar Federico Axat’ın “İngiliz Polisiye Yazarları: Ian Fleming Çelik Hançer Ödülü” adaylığı da bulunan İyi Adam’ı 34 dile çevrilmiş; yakında beyazperdeye de aktarılacakmış...

 

 


 

 

Görsel: Murat Miroğlu

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.