Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Zor yılların tam ortasında



Toplam oy: 870
Spiró György /// Çeviren: Gün Benderli
Dedalus Kitap
1956 ve Küçük Adam, Doris Lessing gibi Batılı yazarların anılarında çokça bahsettiği o zor yılları, sıradan insanlara odaklanarak ele alan bir roman.

1956 ve Küçük Adam, ünlü Macar yazar Spiró György’nin dilimize kazandırılan ilk yapıtı olduğu için, öncelkile, yazardan kısaca bahsetmekte yarar var sanırım. 1946 yılında Budapeşte’de dünyaya gelen György, Eötvös Loránd Üniversitesi’nde (ELTE) Macar ve Slav dilleri bölümünde okudu, gazetecilik ve sosyoloji üzerine çalışmalar yaptı. ELTE’de Edebiyat ve Estetik Profesörü olmasıyla yapıtlarının avangart karakteri belirginleşmeye başladı; denemeleriyle romanları, savaş sonrası Macaristan’ın en önemli yapıtlarından sayıldı ve başta Csirkefej (1986) olmak üzere dramaları birçok dile çevrildi. 1956 ve Küçük Adam dışındaki en önemli romanı ise, Roma İmparatorluğu’ndaki gezgin bir Yahudiyi anlatan, 800 sayfalık Fogság (2005), yani “Esaret”tir.

 

Titanların çarpışması


1956 ve Küçük Adam, Avrupa’nın en talihsiz coğrafyası olan Doğu Avrupa’da, Macaristan’da geçiyor. Hatta, bölgenin Alman faşizminin ve İmparatorluk Rusya’sının dış politikadaki selefi Sovyet emperyalizminin çizmeleri altında inlediğini, yani bir nevi Titanların çarpışması arasında kalarak Holodomor, Katyn Katliamı, Nazi İstilası ve Doğu Bloku gibi ağır tecrübelerle perişan olduğunu anımsadığımızda, sahneyi, Avrupa’nın en talihsiz coğrafyasının en talihsiz zamanı olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Malum, Macarlar, öteki Avrupa toplumlarıyla herhangi bir akrabalık bağından yoksun olmalarının, yani Slav ya da Germen olmayışlarının politik sonuçlarını tarih boyunca yaşadılar. Ancak Macaristan’daki 1956 ayaklanması ve ardından gelen Alman istilası kadar çarpıcı olan Sovyet işgali, tüm dünyada büyük yankı buldu. Zira Batı’daki Marksist teori ve retorik ile Doğu Bloku’ndaki Sovyet pratiği arasındaki derin çelişkilerden duyulan hayal kırıklığı, 1956 başındaki Sovyetler Birliği Komünist Partisi 20. Kongresi’nde ortaya dökülen gerçeklerin ve hemen ardından gelen Macar ayaklanmasının etkisiyle, 1950’lerin entelektüel hayatını etkisine alan sol’un, sol içinde de sorgulanmasına ve hareketten başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada büyük kopuşlar yaşanmasına sebep olmuştu.

 

1956 ve Küçük Adam, Macaristan Baharı’nda, Doris Lessing gibi Batılı yazarların anılarında etkilerinden çokça bahsettiği bu zor yılların tam ortasında kalmış toplumun başından geçen dönemi, sıradan insanlara, Alman yazar Hans Fallada’nın da ifadesiyle “küçük adam”lara odaklanarak ele alan bir roman. Sovyet otoritesine karşı patlayan ayaklanmadan hemen önce hastaneye yatan ve devrim kanlı bir şekilde bastırılana kadar orada kalan makine mühendisi Gyula Fatray’in hastaneden çıktığında tanık olduğu enkaz altındaki Budapeşte üzerine kurgulanan roman, bastırılan ayaklanmadan sonra Sovyetler tarafından Macaristan’ın başına atanan ihtilaflı karakter Janos Kandar yönetiminin erken dönemini de ele alıyor. 1956 ve Küçük Adam, György’nin sosyopolitik arka planı bir resim gibi çizen sade ve etkili üslubuyla, başta politik edebiyat severler olmak üzere, okuyucuyu kendisine bağlayacak bir roman.

 


 

* Görsel: Onur Atay

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.