Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Zuckerberg'in suçu ne?



Toplam oy: 1299
Ben Mezrich
Doğan Kitap

Sosyal ağlar hayatımıza girdiğinden beri belimizi doğrultamaz olduk; bir an ayrı kaldığımızda kakalak misali ne yapacağımızı şaşırmaya başladık. Üstelik zorla bile vermeyeceğimiz bilgileri, sosyal ağ uğruna altın tepside sunmakta da herhangi bir sakınca görmedik. Peki, nedir bizi bu kadar açık seçik olmaya iten şey? Tanımadığımız insanlar evimize girmesin diye türlü taklalar atarken, sosyal ağlarda bir ordu insana “kim olursan ol, ne olursan ol gel” diyen bizlerin bu tavrının altında yatan ne? Karşı konulamaz kendimizi gösterme veya gözetleme arzusu mu? Herkesin farklı ve kendince “mantıklı” bir yanıtı vardır buna.

Konunun bir de kuruluş boyutu var ki, burada sosyal ağın öncülerinden Mark Zuckerberg devreye giriyor; nam-ı diğer Facebook. Ben Mezrich, Facebook'un kuruluş öyküsünü anlattığı Kazara Milyarder isimli kitabında, Zuckerberg'in sonradan milyonlarca kişinin hayatına girecek siteyi neden ve nasıl kurduğuna değiniyor.

Zuckerberg gibi içine kapanık bir adamın dünyayı birbirine açan kişiliğe nasıl büründüğü tüm çıplaklığıyla yer alıyor kitapta. Büyük projelerin basit fikirlerden türetildiği tezini atlamayalım, Facebook için de geçerli bu: “Harward'daki sosyal hayatı çevrimiçi hale getirme” fikrinden doğan, dünya üzerindeki milyonlarca insanın hayatını çevrimiçi eden bir proje...

Bilgisayar programı ve yazılım dahisi Zuckerberg, hayatları çevrimiçi yapmak isterken aynı zamanda kendisine yüz vermemiş birkaç kızdan intikam almayı da düşünüyor. Böylece Facebook'un temel yapısı beliriyor: “Bilgi paylaşmak, fotoğraflar bakmak içindir.” Neredeyse tamamen asosyal bir adamdan, sanal da olsa, sosyalliğin tavan yaptığı bir paylaşım ağına ulaşmak; yeme de yanında yat!

Mezrich, “ezik dahi” şeklinde nitelenen Zuckerberg'e, arkadaşlarının “girişimci filan değil, hiçbir vizyon sahibi olmayan ineğin teki” yakıştırmasında bulunduğunu da ekliyor.

Bir grup erkeğin kızları tavlamak, “kafalarını bozan” bazı kızlardan intikam almak ve üniversitede olup biteni öğrenmek amacıyla kurduğu site ve şirketin, kısa sürede palazlanıp büyüyüşüne tanık oluyoruz Mezrich'in kitabıyla. Aslında Zuckerberg'in bazı arkadaşlarının fikrini çaldığı da bir gerçek. Facebook'un kuruluşu işte bu hırsızlığa ya da Mezrich'in deyişiyle “ihanete” dayanıyor.

Facebook'un yapılanması ve önlenemez yükselişi, beraberinde hem yeni arayışları hem de sorunları getiriyor. Arayış, ağı ayakta tutacak ve yeni ihtiyaçları karşılayacak parayı elde etmek için. Sorun ise başta Zuckerberg olmak üzere, öteki kurucuların neredeyse okuldan atılma noktasına gelmesi. Ama tüm bu güçlükler bile, Facebook'un öğrenci yatakhanesinde kurulan bir site olmaktan hızla çıkıp “Yeni Ahit dönemine girmesini” engelleyemiyor. Yani site artık öğrenci bir projesinin çok ötesine geçip bir şirkete dönüşüyor. Mezrich bu şirketi ve işlevini şöyle tanımlıyor: “Facebook, paylaşım özgürlüğüyle ilgili bir projeydi. Gerçek bir dijital sosyal ağdı. Gerçek dünyayı internete dahil ediyordu.”

Buna kim itiraz edebilir? Facebook üyesi hemen herkes daha önceki sosyal hayatını ve pek çok bilinmezini, en açık biçimde bu ağa taşımadı mı? O halde Zuckerberg'in, son derece başarılı bir işe imza attığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mezrich bu başarıyı “devrim” diye niteliyor: “Facebook aslında bir devrimdi. Dünyayı değiştiren ve başka hiçbir şeyin yapamadığı bir biçimde dijital ortama aktaran, sosyal ağlar arasında serbest bilgi alışverişini mümkün kılan bir devrimdi.”

Anlaşılan o ki, Mezrich'in sanal devrimin öncülerinden biri olarak gösterdiği, sosyal ağın kuruluş hikâyesini anlatan kitap, kendi çabasıyla (buna çeşitli ihanetleri de katalım) milyarder olmayı başaran en genç kişi Mark Zuckerberg ile hergün kullandığımız, orada ne olup bittiğini öğrenmeden veya dikizlemeden duramadığımız Facebook'un kısa tarihi...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.