Felsefeci ve siyaset bilimci Dorothee Elmiger’i kısa sürede Avrupa’nın önemli romancılarından biri haline getiren şey; günceli, uzak ve yakın geçmişle, politikayla ve kültürel sorunlarla bir arada ele alması. İlk kitabı Cesurlara Davet’te, bilinemezlik teması öne çıkarken; ikinci romanı Uykuyayatanlar’da ise ana izlek, bilme isteği. Bu da yazarın, dümeni distopyadan hakikate kırmaya çalıştığını gösteriyor.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve 1990’larla beraber en önemli tartışma konularından (ve sorunlardan) birine dönüşen kimlik (aidiyet) ve buradan türetilen çokkültürcülük (çokkültürlülük değil) probleminin bir ayağı, hem coğrafi hem de kültürel yersiz-yurtsuzluk. İşte Elmiger’in Uykuyayatanlar’da bir grup insan arasında kurguladığı sohbetin en belirgin konusu da bu.
“Biz kimiz ve nereliyiz?”
“Uykuyayatanlar”; on dokuzuncu yüzyıldan itibaren (romanın geçtiği) İsviçre’de, gerek yakın geçmişteki yoksul proletarya gerek yirminci yüzyıldan itibaren ülkeye gelmeye başlayan göçmenler için kullanılan, yatacak sabit yeri bulunmayanlara işaret eden tarihsel bir niteleme. Elmiger, bu tarihle günceli buluşturduğu kitabında; farklı meslekten bir grup insan (yazar, çevirmen, lojistikçi, gazeteci vd) arasında, yakın geçmişten yola çıkıp bugüne ulaşan uzun bir sohbet kurguluyor. Konuşmanın “nesnesi” ise, sınırları binbir güçlükle aşarak Avrupa’ya ve özellikle İsviçre’ye ulaşan, yersiz-yurtsuzluğu derin biçimde hisseden göçmenler. Sohbet edenler de dünyanın dört bir yanını gezip deneyim biriktirmiş kişiler. Ancak mültecilerin yaşadıklarını bir noktaya kadar kavrayabiliyorlar. Üstelik Avrupa’nın ikircikli tavrını kimi anlarda eleştirirken mültecilerin maruz kaldığı muameleyle ilgili itirazsızlığı da tartışıyorlar.
Kafalarındaki resim ile sokaktaki fotoğrafı karşılaştıran Elmiger’in karakterleri, mültecilerin bilinmez uzaklara gelişine dikkat kesiliyor. Bu “yeni memleket”; farklı bir dili, politik çeşitliliği, belirsiz yolları, karanlıktan çıkma ihtimalini, yeni kuralları ve kuralsızlıkları temsil ediyor.
Koyu sohbetin omurgasını oluşturan mültecilerin “yabancılığı,” bu “sorunla” baş etmeye çalışan Avrupa’nın mesafeli tavrını çağrıştırıyor. Fakat Elmiger, bu netameli ve ağır konuyu dramatize etmeden işlerken her iki taraf için de geçerli olan “Biz kimiz ve nereliyiz?” sorusunu canlı tutuyor. Gezgin konuşmacılar ve mülteciler için bir ütopya olan yolculuk, bu soruyla birlikte distopyaya dönüşüyor. Elmiger romanda, bu anlamda ince geçişler ve manevralara girişiyor.
Yüzeysellik-derinlik ikilemi
Roman karakterlerinin sohbeti, ütopya-distopya arası bir yolculuk kıvamındayken okurun yüzleştiği tanıdık olma halini ve “ötekiliği” ayıran ince çizgi, Avrupa’nın mültecilik karşısındaki savruluşunu/yalpalayışını yansıtıyor. Belirsiz bir zaman ve mekanda konuşan roman karakterleri, bilinmeze yollanan mültecilere bakarken doğal olarak sınır(lar) gündeme geliyor. Bu da kaçınılmaz biçimde felsefi, politik ve kültürel tartışmalar doğuruyor: Kimlik, yabancılık, çokkültürlülük ve çokkültürcülük; ilk anda dikkat çeken kavramlar.
Elmiger, didaktik bir biçemle okura seslenmektense “yerlilerin”, “yabancıları” tartıştığı ve bu bağlamda Avrupa’daki açmazları, roman karakterleri arasında kurguladığı sohbete yedirmeyi tercih edince mültecilik ve göç konusunda canlılığını koruyan yüzeysellik-derinlik ikilemi belirginleşiyor Uykuyayatanlar’da. Kısacası Elmiger, bilinmez uzaklar ile bilindiği sanılan yakınlar arasındaki gerilimi bizzat yaşayanların dilinden romanlaştırıyor.
Görsel: Jon Tyson (Unsplash)
Yeni yorum gönder