“Bir sözcük. Bereavement. Ya da Bereaved. Bereft. Sevdiğiniz birinin ölümü yüzünden acı çekmek. Eski İngilizcedeki, ‘yoksun bırakmak, elinden almak, el koymak, gasbetmek’ anlamlarına gelen bereafian sözcüğünden türetilmiş. Elinden almak. Yoksun bırakılmak. Herkesin başına gelir. Ama bunu tek başınıza yaşarsınız. Sarsıcı bir kayıp yüzünden yaşadıklarımız, ne kadar istesek de paylaşılamaz. (…) Rüyamda sürekli atmacaları görmeye başladım. Başka bir sözcük: raptor, ‘yırtıcı/alıcı kuş’. Latincedeki, rapere, yani ‘kapmak’ fiilinden gelen raptor sözcüğünün anlamı ‘soyguncu’. Elinden almak. Yoksun bırakmak.”
İnsanın başa çıkmakta en çok zorlandığı durumlardan biri bir sevdiğini, yakınını kaybetmek. Gündelik koşuşturmanın, sokağa çıkmanın, fatura ödemenin, yemek yemenin, uyuyup uyanmanın, kısacası bütün hayatın insana bomboş ve anlamsız geldiği, uzun bir yas süreci bekler geride kalanı... Helen Macdonald’a Samuel Johnson ve Costa gibi pek çok prestijli ödül getiren ve yakın bir zaman önce Türkçede yayımlanan Atmacanın A’sı da işte böylesi bir yas sürecini anlatıyor.
Cambridge Üniversitesi’nde ders veren, şair ve doğabilimci Helen Macdonald otuzlarının sonunda, beklenmedik bir biçimde babasını kaybediyor. Ardından da kendini. Zaman, anıları dalgalar halinde ileriye, yeni olayları geriye doğru yollayan bir sıvıya dönüşüyor; iyi bir akademisyen gibi cevapların kitaplarda olduğuna inanan Macdonald sürekli yasla, yoksunlukla, insanın bir yakınını kaybetmesiyle ilgili kitaplar okuyor. Bir süre sonra rüyalarında sürekli atmacaları görmeye başlıyor ve atmaca yazar için kaçınılmaz bir şeye dönüşüyor.
Bir gün, küçüklüğünden beri yırtıcı kuşlara saplantılı olan yazarın gözüne, kitaplığındaki, sekiz yaşındayken okuduğu, yıpranmış, lekeli bir kitap ilişiyor: T. H. White, The Goshawk (Çakır Kuşu). White’ın ünlenmeden çok önce yazdığı, “bir kuşu eğiten ikinci sınıf bir filozofun çabalarıyla ilgili” bu kitapta aslında metafizik bir savaşın anlatıldığını, tıpkı Moby Dick’te ya da Yaşlı Adam ve Deniz’de olduğu gibi hayvanla insanın karşı karşıya gelmesinden yola çıkan edebi bir anlatımın olduğunu fark eden yazar, White’la hem aynı hem de farklı sebeplerle benzer bir maceraya sürükleniyor. Yapması gereken bir çakır kuşunu eğitmek ve bir çakır kuşu tarafından ele geçirilmek.
Vahşi doğaya sığınmak
“Şair Keats’in bukalemun özelliği dediği, ‘insanın kendini başka bir karakterde ya da başka bir ortamda yeniden yaratabilme gücüne güvenerek benliğin ve rasyonalitenin yok olmasına tahammül gösterme’ becerisini kullanırsınız. Bu türden bir yaratıcı imgeleme benim için başından beri çok kolay oldu. Fazlasıyla kolay. Bir gözlemci olmanın, kim olduğunuzu unutup kendinizi, gözlediğiniz şeyin yerine koymanın bir parçasıdır bu. Çocukluğumdaki küçük kız, kuşları izlemeyi bu yüzden seviyordu. Kendini yok ediyor, sonra da izlediği kuşlar sayesinde bu dünyadan kaçıyordu. Şimdi de olan buydu.”
İskoçya’ya giderek seçtiği çakır kuşunu teslim alan Macdonald, Mabel adını verdiği kuşuyla dış dünyanın kapılarını sıkı sıkıya kapatıp kendini iyileştirmek için vahşi doğaya sığınmanın, tıpkı bir çakır kuşu gibi “yalnız, kendi kendine yeten, kederden uzak, insan yaşamının acılarına karşı duyarsız bir yaratık” olmanın yollarını arıyor. Mabel yavaş yavaş evcilleşip kağıttan toplarla oynamayı, bir ıslıkla dalış yapmadan sahibinin koluna konmayı öğrenirken, Macdonald da amaçladığının tam aksine dünyayı, insan olmayı yeniden öğreniyor.
Hayatın olağan döngüsünün yas tutan bir kadın ve bir çakır kuşunun kurduğu bağa dayanarak, kayıp, kazanım, unutmak, hatırlamak, evcillik, vahşilik gibi kavramlar üzerinden aktarıldığı, “hayvanların duygusal olarak iyileştirici gücü” motifleriyle bezenmiş kitapta, Macdonald kısacık cümleleriyle, harikulade tasvirleriyle, en ince detayına kadar aktardığı olay ve durumlarla, genellikle hüzünlü olsa da yer yer esprili anlatımıyla mucizeler yaratıyor. Herhangi bir kategoriye dahil etmenin zor olduğu, özyaşamöyküsünü, anıyı, tarihi, kuşbilimini, yas günlüğünü ve edebiyat tarihini bir araya getiren Atmacanın A’sı’nda Helen Macdonald kendi doğasını yaratıyor.
Görsel: Gökçe İrten
Yeni yorum gönder