Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

“Köpek cilası”na övgü



Toplam oy: 916
Tom Robbins
Ayrıntı Yayınları

Roman ve yazılarında ele aldığı pek çok ciddi konunun, üst kurmaca metinlerin ve kimi ahlaki sorgulamaları içeren ağır sayılabilecek anlatımlarının yanında, Tom Robbins’in en önemli özelliği eğlenceli bir yazar olması.

 

Okurla arasına aşılmaz duvarlar koymayı sevmeyen Robbins, ne kadar ciddi konulara dalarsa dalsın okuru gülümsetmeyi de hiç unutmuyor. B, Bira’nın yazılışında da yazarın karakteristik biçeminden yansıyan bu öğeleri bulmak mümkün.

 

“Arpa suyu”na çocukça bir bakışı yansıtan B, Bira’da, Robbins’in hedef kitlesinin ufaklıklar olduğu pek tartışma götürmüyor. Satır aralarına biraya ilişkin eğitici ve öğretici bilgiler sıkıştırdığı da doğru. Ancak bu kadar değil. Beş karakter (kız çocuğu Gracie, annesi Karla, babası Charlie, uçuk amca Moe ve Bira Perisi) arasında geçen öykü, aynı zamanda büyükler için de eğlencelik. Yani, büyüklere masal anlatma gibi absürd bir işe soyunmuş Robbins. Bunun girizgâhı ya da ipucu şu cümlede karşımıza çıkıyor:

 

“Birden fazla dünya olduğunu hissettiğiniz ya da düşündüğünüz oldu mu hiç? Size de bazen sanki her sabah uyandığınız bildik bir dünya ve bir de onun sağında ya da solunda, bir türlü ulaşamadığınız, içinde bir türlü tarif edemeyeceğiniz veya tam olarak tanımlayamayacağınız ilginç şeyler yaşanan (kimisi harika kimisi üzücü) bir başka dünya varmış gibi geliyor mu?” Robbins’in sözünü ettiği, Gracie’nin kapısında beklediği; “köpek cilası”nın büyülü dünyası. 

 

“Bira Perisi”nin belirip genellikle “aşırı bira tüketiminden sonra” karşımıza dikildiği bir “dünya” bu. Gerçekte uzağa düşen bir yer değil; arpa tarlasındaki koşturmacayla başlıyor her şey. Eşek yeminin, nasıl keyif verici hale dönüştüğünü anlatmaya çalışıyor Peri. Sonra gelsin tohumlar, işlemler ve üretim aşamaları.

 

Dünyada her yıl otuz beş milyar litre bira tüketildiği düşünülürse, “Bira Perisi”nin Gracie’yi tanıştırdığı fabrikaların neden arı gibi çalıştığı da anlaşılabilir. “Bira Perisi”nin, Gracie’nin kulağına küpe olsun diye uyarıları da duyuluyor arada:

 

“Birayı bir araç olarak düşünenler, onun hiç de güvenilir bir taşıma aracı olmadığını bilmeli. Eski bir at arabasıdır o; unutulmuş güçlerin, tarım dünyası ruhlarının, toprağın ve ekinlerin kadim ruhlarının itip çektiği bir vagon.”

 

Robbins’in “Bira Perisi”, Gracie’ye bu “garip” içkinin gücünü anlattırırken onun herkesi, kişiliğinin keşfedilmemiş ya da bilerek gizlenmiş noktalarına götürdüğünü aktarır. Burada sözü geçen, “cesaret” ile “sahte cesaret” arasındaki ince ayrım. Peri’nin dediğine göre, bazen “sahte cesaretin varlığı, cesaret yokluğundan daha iyi.” 

 

“Bira Perisi”nin peşine takılan doğum günü çocuğu Gracie’nin maceraları, az biraz Alice Harikalar Diyarında’yı andırıyor. Belki ondan çok daha kısa ama Alice’le Gracie arasında bir yakınlık olduğu söylenebilir.

 

Gracie’nin zihninde dönüp duran sözler, yaptığı geziden yanına kâr kalır: “Sıradan dünya sadece gerçek dünyanın, daha derinlerdeki başka bir dünyanın üzerindeki köpüktür.”

 

Robbins bizi, Gracie’yle “Bira Perisi” (ve elbette öbür karakterler) eşliğinde çocuklara masal tadında gerçeklerle, büyüklere bildiklerinin masalsı anlatımıyla gırgır bir geziye çıkarıyor. O zaman Robbins’in ağzından soralım: Siz hiç “Bira Perisi”ni gördünüz mü ya da gördüyseniz onun peşine takıldınız mı?..

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.