Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

“UZAK VE GÜZEL MAHALLE” aslında çok yakınımızda mı?



Toplam oy: 761
Yung Gui Ca
Delta Yayınları

Türk yayıncılığı çeviri zenginidir. İngiltere, ABD gibi yayıncılığın öncüsü ülkelerde yabancı dillerden çeviri oranı %1’lerde dolaşırken bizde bu oran %40’lara ulaşıyor. Bu oran da ülkemizin kültürel açıdan Dünya’ya ne kadar açık olduğunun bir kanıtı. Gerçekten de her önemli eser, her çok satan türkçeye çevriliyor. Ama %40’lık oranın kendi içinde bir dengesizliği var. Çevirilerin %90’ı İngilizceden yapılıyor. İngilizceyi, Almanca, İspanyolca, Fransızca izliyor. Bazı dillerin oranı ise binde hatta on binde bir. Türk okurunun ilgisi esas olarak Amerikan ve Avrupa edebiyatlarına yönelik ya da yöneltilmiş. Ama örneğin son yıllarda büyük başarılar elde eden Uzak Doğu edebiyatı ise pek yayıncı ve okur bulmuyor. Bunun yayıncıların isteksizliği dışında kuşkusuz birçok nedeni var. Ama öncelikle o dillerden çevirmen bulunamamasını esas sorun olarak söyleyebiliriz.

Kore edebiyatı da kendi içinde çok başarılı olmasına, yüzbinlerce satan, onlarca dile çevrilen yazarlarına rağmen Türkçeye çok az çevrilen edebiyatlardan. Oysa Türk ve Kore halklarının tarihi bir dostluğu, karşılıklı sevgisi ve ilgisi var ve özellikle Kore’de yapılan Dünya Futbol Şampiyonasından sonra hızla gelişen turistik ilişkiler söz konusu.
Kore edebiyatından çok az çeviri yaplısa da iyi kitaplar seçilip yayınlanıyor. Güney Koreli yazar Yang Gui Ca'nın 'Uzak ve Güzel Mahalle'si de (Delta yay.) son örnek. ‘Uzak ve Güzel Mahalle’ genç kuşak kadın yazarlardan Yang Gui Ca’nın en önemli eseri kabul ediliyormuş. Birbirine bağlı on bir öyküden oluşan kitap Kore’de 1987’de yayınlandığında hemen çok satanlar arasına girmiş. Çok okunmuş, çok tartışılmış. ‘Uzak ve Güzel Mahalle’yi izleyen Bin Yıllık Aşk ve İkilem adlı kitapları Kore'de çok satanlar arasında yer alınca 90’lı yıllardan itibaren Kore’nin en önemli yazarları arasında sayılmaya başlamış. 

S. Göksel Türksözü’nün Korece’den çevirdiği 'Uzak ve Güzel Mahalle', Seul'ün merkeze uzak bir mahallesinde yaşayan orta ve alt sınıftan halkın günlük yaşamının betimlendiği öykülerden oluşuyor. Öykülerin geçtiği Vomni Mahallesi, Seul kent merkezinden oldukça uzakta inşa halinde bir mahalle. Toplu konutlardan, sitelerden oluşuyor. Seul’deki yüksek kiralı kötü koşullardaki evlerden bıkan dar gelirliler Vomni’den uygun şartlarda kredilerle daireler alıyorlar. Vomni bu haliyle İstanbul’un Beylikdüzü’nü ya da Ankara’nın Eryaman’ını hatırlatıyor. Şehir merkezinden buraya gelmek oldukça güç. O nedenle Vomni’de yaşayanlar kendi içlerine kapalı bir hayat oluşturuyorlar. İş dışında şehir merkezine pek gitmiyorlar. Alışverişi de, eğlenceyi de Vomni’de hallediyorlar. İlk bakışta oldukça güzel görünen düzenli yapılmış bu apartmanlar özensiz yapılmış ucuz inşaatların tüm sorunlarını barındırıyor. Daha yeni yapılmış olmalarına rağmen nereyi tutsanız elinizde kalıyor. Her gün yeni bir sorun, arıza çıkıyor. Bu binalarda yaşayanların hayatları da arızalı. Yine dışarıdan bakıldığında ideal görünen evlilikler aslında küçük bir fiskeyle yıkılacak halde. Yolunda gittiği sanılan maddi durumlar ise ev borçlarının, taksitlerin altında ezilmiş. Aile büyüklerinin işleri de her an kaybedilmeye müsait. Pazarlamacılık gibi işlerde çok çalışıp az kazanıyorlar ve en küçük bir sorunda işlerinden oluyorlar. İşinden atıldığını ailesine söyleyemeyen ve pazarlamacılık yapmaya çalışan bir adam; birbiriyle rekabete giren bakkallar; deli diye aşağılanan şair ve yönetim tarafından sömürülmüş fabrika işçisi, meslek hayatının son demlerini yaşayan bir kosmatrist öykülerde karşımıza çıkan karakterlerden birkaçı.
Yang Gui Ca ayrıntılara, hayattaki küçük şeylere önem veren bir yazar. Örneğin bir öyküde çok az kazandığı için apartmanların bodrumlarındaki kömürlük diyebileceğimiz yerlerde kalan işçilerin tuvaletlerini yapacak yer bulamayıp orada burada sorunlarını gidermeye çalışmalarından yola çıkıp insanlar arasında nasıl çatışmalara, yanlış anlaşmalara ve nihayetinde kavgalara yol açtığını anlatıyor. Yang Gui Ca’nın temiz ve kolay anlaşılır bir anlatımı var. Küçük olayları oya gibi işleyip orta sınıfın alt kesimlerinin hayatını büyük bir gerçekçilikle yansıtıyor. Öyküleri de birbirine öylesine ustalıkla bağlıyor ki bir süre sonra bir roman okuduğunuz hissine kapılıyorsunuz. Bir hikayede geçen küçük bir ayrıntı diğerinin konusu, o hikayede adı anılan biri diğerinin kahramanı oluveriyor.

'Uzak ve Güzel Mahalle'deki öyküleri okudukça Kore'nin ve Kore halkının Türk halkıyla olan benzerliğini keşfediyor, şaşırıyor insan. İnsan ilişkileri, olaylar, sorunlar, yaklaşımlar bizim yaşadıklarımızla neredeyse aynı. Bir süre sonra Vomni Mahallesi’ni değil Beylikdüzü’nü okuduğunuzu düşünüp öykülerle özdeşleşiyorsunuz. Kore’ye özgü görünen şeyler bize has oluveriyor. Zaten iyi bir edebiyat eserinin başarısı da yerelden evrensele kolayca evrilebilmesidir. 'Uzak ve Güzel Mahalle' bizlerin öykülerini, yaşadıklarını anlatıyor. Yaşadığımız gerçeklerden söz eden edebiyatı özleyenlere 'Uzak ve Güzel Mahalle'yi öneriyorum.
 
(Uzak ve Güzel Mahalle, Yang Gui Ca, Çeviren: S. Göksel Türksözü, Delta Yayınları, öykü, 302 sayfa)

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.