2014-2015 eğitim-öğretim yılı hem ilköğretim ve lise, hem de üniversite öğrencileri için başladı bile. Okul yolunu tutan öğrencilerden bir bölümü ise edebiyat fakültelerini tercih etmişlerdi. Aralarında bu tercihi yazar veya şair olma hayaliyle yapanlar da vardı şüphesiz.
Peki, acaba okula başlayıp da bölümün asıl amacının edebiyatı tarihsel, kültürel ve estetik bağlam içinde görmek olduğunu anladıklarında hayal kırıklığı yaşayacaklar mıydı? Yaptıkları tercih onları hayallerine yaklaştıracak mıydı yine de? Fakültelerden aslında ne beklemeleri gerekiyordu? Fakülteler güncel edebiyata, yazarlar akademiye yakınlar mıydı?
Bu soruları Boğaziçi Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Erol Köroglu ve Yrd. Doç. Dr. Zeynep Uysal ile Yeditepe Üniversitesi'nde Yrd. Doç. Dr. Hilmi Tezgör, Marmara Üniversitesi'nden Doç. Dr. Baki Asiltürk ve Mimar Sinan Üniversitesi'nden Prof. Dr. Handan İnci'ye sorduk. İşte, aldığımız cevaplar:
"Edebiyatla arası iyi öğrenci hayal kırıklığı yaşıyor"
Edebiyat fakülteleri, edebiyat ile arası iyi olan öğrenciye ne katabilir?
Baki Asiltürk: Bu tamamen öğrencinin niyeti ve arzusuyla şekillenen bir durum. Öğrenci şiir, roman, öykü ve tiyatro gibi bir türde akademi dışında eser vermeyi düşünüyorsa, bu türle ilgili modern gelişmeleri, yeni yayınları izlemek istiyorsa, onun önünde bir engel yok. Eğer okuduğu bölümde, bu alanlarda yetkin bir öğretim üyesi varsa ondan yardım alabilir. Bölümde yenilikleri izleyen bir hoca yoksa (ne yazık ki Türkiye'deki çok az bölümde bu tip hoca vardır) o zaman kendi yağıyla kavrulmaktan başka yapabileceği bir şey yok. Demek istediğim, öğrenciye bu konuda akademik müfredat değil, ancak belli nitelikteki akademisyenler, sadece hoca olmayıp aynı zamanda sanatçı olanlar yardımcı olabilir. Öte yandan her akademisyenin sanatçı olma zorunluluğu yoktur, akademik bilgi de yaratıcılığı pek beslemez zaten.
Erol Köroğlu: Türkiye'de edebiyat fakültesi diye bir şey yok. Var olan bölümlerde de 19. yüzyıla kadarki eski edebiyat ile ondan sonraki yeni edebiyat dışında, Türk dili ve halk edebiyatı gibi alanlar var. Yani bu bölümlerde sadece edebiyat da öğretilmiyor. Bu doğrultuda, edebiyat öğretimi edebiyatla arası iyi öğrenciye ne katabilir? Meslek kazandırma konusu bir yana, eğer ne yaptığı üzerine düşünen, metod, kuram ve felsefeye de ilgi duyan hocalar varsa öğrenciye bilinçli ve eleştirel okuma, yorumlama alışkanlığı kazandırabilirler. Edebiyatı ciddiye alarak, çok yönlü okuma alışkanlığı da diyebiliriz buna. Tarihsel dilbilgisi ya da dil tarihi, linguistik, edebiyat tarihi, yorumlama becerisi, bir metni yayına hazırlama becerisi, edebiyat kuramları, söz konusu ana kazanıma yönelik yan kazanımlardır.
Handan İnci: Yirmi yıldır üniversitede ders veren biri olarak benim gözlemim edebiyat meraklılarının daha ilk haftada derin bir hayal kırıklığı yaşadıklarıdır. Edebiyatla arası iyi olan öğrencilerin (bunlar genellikle çağdaş yazarların roman, öykü ve şiirlerini okuyanlar arasından çıkıyor), fakültede yaşadıkları ilk soğuk duş, bölüm derslerinin bunlardan ibaret olmadığını görmek oluyor. Göktürk yazıtlarından başlayarak Türkçenin zaman içinde geçirdiği bütün değişimleri en eski metin örnekleri üzerinden okumak, divan edebiyatının birikimini asır asır takip etmek, Akif Paşa, Ziya Paşa gibi şiiriyle değil, edebiyat tarihindeki yeriyle önemli isimler üzerinde uzun uzun durmak, bu öğrencileri şaşkına çeviriyor. Öğrencilerin bu bölümü seçerken Sait Faik'e sıra gelinceye kadar epeyce zorlu bir yoldan geçeceklerini bilmeleri gerek.
Hep verdiğim bir örnektir: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne giren Sait Faik, "Bana Uygurca öğretmeye kalktılar," diye bağıra çağıra dışarı atmış kendini. Böyledir. Edebiyat fakültelerinin ders programı üç dört koldan ve epey eski tarihlerden başlar. Edebiyatı (modern şiir, öykü roman üçgeniyle alıyorum) seven bir öğrenci, yolun buraya da geleceğini bilerek sabırla beklemelidir. Ben roman ve öykü dersi verdiğim için, bunlar üzerine konuşayım: Edebiyat meraklısı bir genç, fakültemizin dil ve eski edebiyat derslerinin yanı sıra yeni edebiyat alanında da en eski örneklerden başlayıp, günümüz yazarlarına kadar seçilmiş metinler okuyacaktır. Bunların içinde elbette tarihsel açıdan önemi nedeniyle okunması zorunlu olanlar gibi nitelik açısından değerliler ve okunması daha keyifli olan metinler de var. Bu metinleri yazar, dönem, eser üçgeni içinde yorumlamak, edebiyatın gelişimini tarihsel bir süreç içinde kavramak, daha ileri aşamada metinleri nasıl analiz edebileceği üzerine bazı araçlar edinmek edebiyat "meraklılarını" yeterince tatmin edecektir.
Edebiyatın tarihsel, kültürel ve estetik bağlamı
Hilmi Tezgör: Edebiyatla arası iyi olmak demek, edebiyatı tarihsel, kültürel ve estetik bir bağlam içinde görebilmek, edebiyatı bu çerçeveler içinde değerlendirmek anlamına gelmeyebilir. Bunlara edebiyatı kuramlar eşliğinde yorumlamak da katılabilir. Edebiyat fakülteleri öğrencisine bu bakışı –eğer eksikse- kazandırır, kazandırmalıdır. Edebiyat ile arası iyi olan, bu edindikleriyle daha zenginleşir ve edebiyatı bir yaşam yoluna, yorumuna dönüştürebilir. Ancak tüm bunlar olmadan, fakültesinde okumadan da edebiyat sevgisi ve ilgisi hayatımızda yer alabilir, ne iyi ki.
Zeynep Uysal: Edebiyat fakülteleri, esas olarak kendi bölümünün verdiği eğitim üzerinden konuşuyorum, edebiyatla arası iyi olan öğrenciye çok şey katar. Edebiyatla hiç ilgisi olmayan öğrencilere katma şansı biraz daha az. Onların içinden de birilerini elbette çekebilir. Ama edebiyatla zaten çok ilgilenen, çok okuyan, meraklı öğrencilere daha fazla katkısı olacağını düşünüyorum.
Peki nasıl bir katkı bu? Şöyle diyebiliriz, bir öğrenci zaten okumaktan zevk alıyordur, ama daha amatör bir okumadır bu, dışarda herkesin yaptığı gibi. Buraya geldiğinde metne daha fazla yaklaşmaya başlıyor. Dolayısıyla metnin daha çok içine girmeyi başarıyor. Bir yerde romanın mutfağını da görmeye başlıyor. Nasıl bir anlatıcı var, nerede öne çıkıyor, nerede geriye çekiliyor veya metinde nasıl bir zaman değişimi var… Tüm bunları görerek önce okuyucu olarak bakışını değiştirmeye başlıyor. Eğer edebiyatla arası iyiyse, tüm bunları hızlıca kavrayabilir ve görebilir; dolayısıyla aldığı eğitimi de çok çabuk kullanıp dönüştürebilir.
Hoca için de edebiyatla ilgili öğrenci, gerçekten bir nimet. Mesela edebiyat bölümünün iyi olduğunu kimler söyler, edebiyatla daha fazla ilgili olanlar söyler. Lisans öğrencilerimize gidin bunların içerisinde çok mutsuz olanlara da rastlarsınız, fakat onların yüzde doksan dokuzu edebiyatla pek de arası olmayan öğrencilerdir. Edebiyatla arası iyi olan öğrenciler bu bölümden çok çok mutlu ayrılırlar. Onları da nerede görürüz yüksek lisans ve doktora öğrencilerinde. Dolayısıyla ilgisiz kişilerdense edebiyatla ilgilenen kişilerin edebiyat fakültelerinde okuması daha anlamlı olacaktır. Zaten çok meşakkatli bir iş, bundan zevk almıyorsanız, burada olmak bir ıstırap haline gelebilir.
"Yazarlık / şairlik akademide öğrenilmez"
Edebiyat fakülteleri, yalnızca edebiyat tarihçisi mi yetiştirir, yoksa kurmaca ile uğraşan öğrencinin gelişimine de bir katkı sağlar mı?
Baki Asiltürk: Edebiyat fakültelerinin kurmacayla ya da şiirle uğraşan öğrenciye yardımcı olmak gibi bir yapılanması yoktur. Zaten, bana sorarsanız yazarlık/şairlik akademide öğrenilen/öğrenilebilecek/ öğrenilmesi gereken bir şey değildir. Sanatçı kendi kendini yetiştirir. İşin teknik yanlarını ise öğretmenlerden değil ancak iyi yapıtlardan öğrenebilir. Bu alanlarda öğrencinin gelişimine en iyi katkıyı edebiyat dünyasını şekillendiren yapıtlar/sanatçılar verir. Bir şair veya romancıyla yarım saat konuşmak bir akademisyenle beş saat konuşmaktan daha yararlıdır. Ayrıca, üniversiteden çok önce, ortaokul-lise yıllarında bu ilgi derinleşmiş olmalıdır.
Erol Köroğlu: Bir edebiyat tarihçisi, önceliği ve uzmanlaşması bu olsa da, aynı zamanda eleştirmen ve bir editördür. Bu eğitim, roman yazmak isteyen bir öğrenciye kuşkusuz katkıda bulunur ama roman yazmasını ya da yazdığı romanın başarılı olmasını garantilemez. Edebiyat öğretimi "yaratıcı okurluk" odaklıdır diyebilirim. İyi bir yazar olmanın baş koşulu da iyi bir okur olmaktır ama.
Handan İnci: Ben kurmacanın yani yaratıcı yazarlığın öğretilebilecek bir şey olduğuna inanmıyorum. Bu beklentideki bir öğrenci belki sadece kendisinden önce bu dille kimler neler yapmış sorusuna çok akademik bir okuma listesiyle cevap bulabilir. Zorunlu olduğu için bol bol eski yazarları okurken dikkati ve sezgileriyle iyi metnin nasıl kurulabileceğini kavrar. Benim öyküyle uğraşan çok sayıda öğrencim var. Mezun olduktan sonra bunlardan bir ikisinin iyi yayınevlerinden öykü kitapları yayımlandı. Hiç kuşkusuz yazmaya zaten yeteneklilerdi ama derste bir Tomris Uyar öyküsü analiz ederken, burada hoşa gidenin ne olduğunu konuşurken yazarlık üzerine de kendilerince bir ders çıkarıyorlardı. Evet, kurmacaya hevesli bir öğrenciye yapacağı en büyük iyilik budur edebiyat fakültesinin: Bol metinle karşılaştırıp onlar üzerine düşünme ve konuşma ortamı sağlar.
"Fakülteler edebiyatı sevdirmeyi amaçlamalıdır"
Hilmi Tezgör: Yalnızca edebiyat tarihçisi yetiştirmek, edebiyatın bir sanat olduğunu ve insan hayatına, başta güzellik olmak üzere katkıda bulunduğunu unutanların ya da bunun zaten hiç farkında olmayanların kalkışacağı bir çabadır. Ama farkında olmamak bir özür olamaz asla. Edebiyat fakülteleri her şeyden önce edebiyatı sevdirmeyi amaçlamalıdır. Bu sevgi, varoluşumuza anlam katabilir. Ardından yazmayı ve yorumlamayı teşvik etmelidir. Okumadan yazmak mümkün ama eksiktir hep, yazmadan edebiyatçı olarak yetişmek de hakeza.
Zeynep Uysal: Biz birinci sınıfta, öğrencilere şunu diyoruz: Buraya geldiniz diye yazar olacağınızı düşünmeyin, onun yeri burası değil. Daha doğrusu şöyle: Biz size burada nasıl yazar olacağınızı öğretmeyeceğiz; burası bir yaratıcı yazarlık bölümü değil. Ama şunu da söylemek lazım, bu eğitim öğrencinin kurmaca ile ilişkisine elbette çok büyük bir katkı sağlar. Tam da aslında demin söylediğim şeyler. Bütün alet edevatı edindiği zaman, mutfağı gördükten sonra en azından nasıl yazıldığını az çok kavramış olacaktır. Ama şart mıdır? Bence değildir. Çünkü yaratıcı yazarlık ayrı bir alan. Bunun için edebiyat fakültesinde okumaya gerek yok. Edebiyat bölümü edebiyat metnini akademik bir bakışla, bilimsel yöntemlerle incelemeyi öğretir. Yazarlığı değil, edebi üretim sürecini ve edebi ürünü değerlendirebilen bir araştırmacılığı eğitiminin odağına alır.
Çağdaş edebiyatın tadını daha iyi çıkarmak için...
Edebiyat fakülteleri güncel edebiyata ne kadar yakın?
Baki Asiltürk: Benim durduğum yerden bakılınca çok çok yakın! Çünkü her yıl yeni çıkan roman/öykü/şiir kitaplarıyla ilgili ödevler verir, seminerler yapar, hatta yazar ve şairleri davet ederek öğrencilerin onları yakından tanımasını sağlarım. Okuduğum her şeyi öğrencilerimle paylaşır, dergilerin yeni sayılarında ne var ne yok, onları haberdar ederim. Güncel edebiyatın nabzı, ders verdiğim amfilerde atar. Fakat Türkiye'deki pek az bölümde bunun böyle olduğunu da biliyorum. Genel itibariyle edebiyat fakülteleri güncel edebiyata pek yakın değildir.
Erol Köroğlu: Çok değil. Güncel edebiyata yakın olmak zorunda da değil. Yayınlanalı birkaç yıl olmuş bir edebi metin bir edebiyat dersine dahil edilebilir ama daha yeni yayınlanmış bir metni, sırf yeni ve başarılı diye okutmak, müfredata dahil etmek mümkün değildir. Edebiyat eğitimi bir yerde, tarihsel bir süreç içerisinde bir edebi metin hakkındaki okur diyaloğudur. Henüz hakkında bir fikir ya da fikirler oluşmamış, tarihi olmayan bir metni ders malzemesi yapmak hem zordur hem pek doğru da değildir. Bir edebi metni öğretir ya da çalışırken, onun hakkında yazılmış araştırma ve/veya eleştirileri de çalışıyor ve değerlendiriyoruz.
Handan İnci: Bu sorunun cevabı üniversiteden üniversiteye değişir ama genel olarak edebiyat metinlerini yüzyıllar ötesinden alp dört yılda kronolojik bir dizgeyle okutmak durumunda olan akademik programın ne yazık ki çağdaş edebiyata ayırdığı yer sınırlı oluyor. Bununla birlikte, kişisel katkılarla öğrencilerin çağdaş metinlerle de ilişki kurması sağlanabilir. Bazen derste hocanın bir yazara veya kitaba atıf yapması ve okunmasını önermesi bile kazanıma dönüşebiliyor. Kendimden örnek verirsem, roman ve öykü derslerime en eski örneklerden başlarım ama bu dizgeyi çağdaş yazarlara kadar getirmeye gayret ederim. Ahmet Midhat'tan yola çıkan roman okumaları Orhan Pamuk'a, İhsan Oktay Anar'a, Hasan Ali Toptaş'a hatta daha gençlerden Barış Bıçakçı'ya kadar gelir. Kimi zaman öğrencilerimin elinde sıkça gördüğüm bir yazarı (mesela Murat Menteş'i) ders konusu yaptığım da olur. Samipaşazade Sezai'yle açılan öykü türü, sonunda Sema Kaygusuz'dan Yalçın Tosun'dan, Pelin Buzluk'tan bir metin örneğiyle tamamlanır. Bu okuma listesine her yıl yenileri eklenir. Öğrenciye düşen edebiyatı bilgi nesnesi olmaktan çıkaran bir dikkatle ve katılımla bu metinleri incelemek ve tadına varmaktır. Eski metinleri okumak konusunda gönülsüz olan öğrencilerime geriye dönük zengin birikimi özümsemiş biri olarak çağdaş edebiyatın tadını daha iyi çıkaracaklarını söylüyorum.
Hilmi Tezgör: Gözlemleyebildiğim kadarıyla Türkiye'de edebiyat fakültelerinin yüzde doksanının güncel edebiyatla herhangi bir yakınlığı yok. Daha kötüsü, güncel edebiyatı, kendi uğraşının bir devamı olarak da görmüyor. Sanki edebiyat 1950'lere varmadan ölüp bitmiş ve incelenmek üzere müzeye kaldırılmış gibi davranılıyor. Sonrası, varlığı reddedilen bir hayalet gibi. Daha doğrusu, hayaletler ordusu..
Zeynep Uysal: Bütün Türkiye'deki edebiyat fakültelerini düşünürsek hangisi ne kadar yakındır bilmiyorum. Yakın zamana kadar şöyleydi, biz hocalarımızdan da bunu duymuştuk, bir yazar ölmeden, o yazar hakkında konuşmak, pek o kadar da makbul bir şey "değildi". Şimdi bu değişti tabii. Biz burada, derslerimizde, olabildiğince güncele geliyoruz. Güncel edebiyatçıları hem konu hem de kimi zaman konuk ediyoruz. Onlar hakkında toplantılar yapıyoruz ki bunu sadece biz de yapmıyoruz. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde de böyle toplantılar yapılıyor. Ayrıca, güncel edebiyat, bizim inceleme nesnelerimiz arasında da yer alıyor. Güncel edebiyat derken, 80 sonrasını alıyorduk bir vakitler. Latife Tekin ve Orhan Pamuk gibi. Bu isimler hakkında çok sayıda tez yazılmış durumda. Bugün artık 80'ler, 90'lar da edebiyat tarihinin parçası oldu. Şimdi, güncel edebiyat diye sorunca, ben bugün yazan genç yazarları, yani daha ziyade, son on yılda yazılan şeyleri anlıyorum. Bu üretimle pekala ciddi temasımız var. Onlar hakkında da tezler yazılmaya başlıyor artık, yavaş yavaş. Yakın zamanda bir master öğrencim Afili Filintalar ile ilgili bir şeyler yapmak istediğini söyledi. Birkaç sene önce, bir başka öğrencimiz Murat Menteş üzerine bir tez hazırlığına girişti. Şairlerle içinde bu geçerli. Biz derslerde, günümüz şairlerinden de örnekler veriyoruz.
Fakat tabii şunu da sormak lazım, güncel edebiyat, belli bir kanonu oluşturan edebiyat arasında neden yer almaz? Biraz teknik sebepler. Biz güncel edebiyatı zaten kendimiz takip etmek zorundayız ve derslerimizde de bahsediyoruz, ama bir yandan da bir edebiyat tarihi var. O edebiyat tarihini de zaten dört başı mamur bir şekilde vermeniz mümkün değil, kısıtlı zaman içerisinde. Bizim üniversitemizin bir özelliği de sadece alana yönelik dersler olmaması. Öğrencilerimiz başka bölümlerden seçmeli dersler de alıyor. Mesela, Tarih'ten Sosyoloji bölümünden ders alıyorlar, Felsefe bölümünden ders alıyorlar. Yani bize gelen öğrenci sadece edebiyat dersleri almakla kalmıyor, belli oranda bölüm dersimiz var, neredeyse ona yakın oranda seçmeli derslerimiz var. Sosyal ve beşeri bilimlerin diğer alanlarıyla da destekliyoruz bölüm eğitimini. Çünkü sadece edebiyat tarihi okumakla ya da metin analizi yapmakla geliştirilebilecek bir şey değil edebiyat araştırmacılığı. Bizim diğer tüm alanlara ihtiyacımız var. Disiplinler arası bir alanda oturuyoruz. O yüzden de belli kısıtlarımız olmak zorunda. Edebiyat tarihini anlatırken, Tanzimat edebiyatı, Cumhuriyet edebiyatı, ağırlık biraz oralarda oluyor, güncel edebiyata nazaran.
"Tanpınar akademisyen değildir"
Günümüzde, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi, hem kurmacayla hem akademiyle iç içe geçmiş yazarlarla pek karşılaşmıyoruz. Sizce bunun sebebi nedir? Artık yazarlar mı akademiye uzak, akademi mi yazarlara?
Baki Asiltürk: Önce, değişik mahfillerde on yıllardır yaygın olarak yinelenen bir yanlışı düzeltelim: Tanpınar akademisyen değildir, doktorası yoktur. Tanpınar'ın akademiyle iç içe olduğu da ne kadar söylenebilir bilemiyorum! Tanzimat'ın 100. yılında üniversitede Yeni Türk Edebiyatı kürsüsü kurulurken profesörlüğe atama yoluyla gelen bir şairdir o. Öğretmenlik ve üniversite hocalığı yapmıştır ama hayatı boyunca bu mesleklerden nefret ettiğini mektuplarından, günlüklerinden açıkça öğreniyoruz. O dönemlerde yaşayan Köprülü, Kaplan vs. akademisyendir, Tanpınar ise şairdir. Dolayısıyla eskiden yazarlık/şairlik ve akademisyenlik iç içeydi, sonradan aradaki bağ koptu gibi bir yaklaşım doğru değildir. O dönemlerde yetişmiş akademisyen olmadığı için Cenap Şahabettin, Ahmet Haşim, Tanpınar vs. üniversitede ders vermiştir. Yani bunların asıl alanları şairliktir, akademisyenlikleri bir çeşit atamayla gerçekleşmiştir. (Yahya Kemal daha ilginçtir, lise diploması bile olmayan biridir ama üniversitede ders vermiştir.)
Günümüze gelince… Güncel edebiyat dünyasıyla akademi arasında ciddi bir mesafe olduğu doğrudur. Bunun nedeni, akademinin güncel edebiyata olan uzaklığıdır belki ama güncel edebiyat içinde yer alan şair ve yazarların çoğunun akademik/kuramsal eleştiriye maruz kaldığında sapır sapır dökülecek kitaplar yayımladıklarını da gözden uzak tutmamak gerekir. Çokça göz önünde olan bazı yazarların sözümona romanları da akademik eleştiriye malzeme teşkil edemez, silkelendiklerinde geriye bir şey kalmaz. Roman, boş meddah hikâyeleri anlatmak için yazılmaz, insana-topluma-dünyaya ilişkin bir sorunsal üzerinden yazılır. Bunu söylerken, kuşkusuz, akademik eleştiriye dayanabilen eserler iyidir demek istemiyorum. Sadece, durum tespiti yaparken iki taraflı düşünmek gerektiğini söylemeye çalışıyorum.
"Edebiyat piyasasının akademiye ihtiyacı yok"
Erol Köroğlu: Aslında roman yazmaya heveslenen ve yazan, hatta ünlü olan hocalar yok değil. Doğrusu ben Tanpınar'ın romancılığıyla hocalığını birbirinden ayrılmaz ya da birbirine sıkı sıkıya bağlı olarak da görmüyorum. Sorunun son kısmıyla ilgili şunu söyleyeyim: Yazar ve akademi bir yana, bir de bir "edebiyat piyasası" var. Edebiyat piyasasının akademiye artık pek ihtiyacı yok diyelim.
Handan İnci: Tanpınar ders vermekten nefret edermiş. Günlükleri bu konuda şikâyetle doludur. Haklı da. Hocalık başka türlü bir özveri istiyor. Sınavlar, kağıtlar, bürokratik işler, akademik yayın yapma zorunluluğu yaratıcı yazar için hiç cazip olmasa gerek. Ancak ben kişisel olarak edebiyat fakültelerinde öğrencilerin yazarlarla sık sık karşı karşıya gelmelerini ve sohbet etmelerini çok önemsiyorum. Henüz gerçekleştiremedik ama edebiyat bölümlerinde her dönem mutlaka bir iki yazarın seçmeli ders vermesi taraftarıyım. Bu yıl Ayfer Tunç ile başladığım ve her yıl başka bir yazarla sürdüreceğim "Çağdaş Edebiyata Akademik Yaklaşımlar" adlı sempozyum serisinin amacı da çağdaş edebiyat ile akademinin arasındaki mesafeyi kısaltmaktır.
Hilmi Tezgör: Edebiyatı ve yazmayı sevenler (ki yazmayı seven herkesi edebiyatsever olarak göremeyiz) akademiden uzak dururlarsa kendi hikayelerini yaşa(t)manın daha mümkün olduğunu düşünüyor gibiler. Üstelik akademinin sunduğu maddi koşullar da genelde tatminkar değil. Akademi ise, belirli şartların oluşması halinde yol alınabilecek bir cadde. Trafik çok. Her an kazalar olabiliyor. Böylesine tetikte olmanın gerektiği bir durumda, ancak ve sadece belli şartların gerçekleşebilmesi için yazılabiliyor galiba. Daha fazlasının oldukça zor olduğunu düşünüyorum.
Zeynep Uysal: Evet, karşılaşmıyoruz. Ama Tanpınar'ın da ne kadar akademiyle iç içe geçmiş olduğu ayrıca tartışılır. Yani Tanpınar bir yazar aslında, sanatçı. Tanpınar'ı tamamen bir akademisyen olarak görmek de Tanpınar'a biraz haksızlık bile olabilir. Orada şöyle bir şey var bence: Tanpınar evet, edebiyat tarihi yazıyor. Edebiyat hakkında yazdığı bir sürü şey var. Ama burada şunu hiç göz ardı etmemek lazım, biz onun yazdıklarını da şimdi tekrardan, bir inceleme nesnesine dönüştürmüş durumdayız. Onun edebiyat tarihini de sorgulamaya çalışıyoruz. Müthiş öznel bir bakış açısıyla ve son derece sanatkarca yazılmış bir metin var karşımızda. Hem çok kıymetli hem de eleştirilecek çok şey var. Dolayısıyla Tanpınar bütün bu metinleri bir akademisyen olarak değil, Tanpınar olarak yazıyor. Mesela, Orhan Pamuk da edebiyat hakkında birçok yazı yazıyor. Ben onları birbirlerine çok yakın görüyorum. Tanpınar gibi daha öznel bir üslupla ve çok kıymetli metinler yazıyor o da. Ama bu akademik tavırdan oldukça farklı, Tanpınar'ın durduğu yer bugün bizim anladığımız akademik bakıştan farklı. Neyi kast ediyorum; çok daha öznel, çok daha az mesafe koyan, kendi yazarlığını şairliğini işin içerisine katan, bir bakış. Yine de akademisyen olarak yazarlık yapılamaz mı? Yapılabilir. Örnekler yok mu? Var. Ama dikkat ederseniz hep farklı alanlardan. Oğuz Atay akademide bambaşka bir alandadır, Murat Gülsoy bambaşka bir alanda, İhsan Oktay Anar öyle. Yani hem edebiyatçı hem akademisyen olmak kolay bir şey değil. Bence akademi mi yazarlara uzak, yazarlar mı akademiye çok net bir şey söylemek mümkün değil. Biraz yöntem ve üslup farkı var burada. Akademi bizden çok fazla mesafe bekliyor, yazarlık da tam tersi, sizin her şeyinizle içine girmeniz gereken bir alan.
Son olarak sizin bölümle ilgili açığa kavuşturmak istediğiniz bir nokta var mı?
Erol Köroğlu: Bizim bölümde edebiyatı, öğrenciler de, hocalar da çok ciddiye alırlar. Ama aynı zamanda çok da eğleniyoruz. Yani edebiyat bizi eğitirken eğlendiriyor da.
Zeynep Uysal: Ben bizim bölümün Türkiye'de edebiyat eğitimi veren, buna diğer edebiyatlar da dahil, bölümler arasında çok iyi bir bölüm olduğunu söyleyebilirim. Bu işi gerçekten isteyerek yapan insanlar var burada. Edebiyat okumak isteyen insanlar için iyi bir yer burası. Bu alanda yapılacak birçok şey var, hâlâ bakir bir alan Türkçe edebiyat alanı. Yalnız modern edebiyattan bahsetmiyorum, klasik edebiyat da var. Üzerinde çalışılması gereken bir sürü metin var. O yüzden de yapacak çok işimiz var.
Hilmi Tezgör: Noktaların oluşturacağı çizgiler açıkça görülebilir.
* Görseller: Melis Balcı, Deniz Defne Acerol
>>> Öğrenciler ile söyleşi: "Edebiyatın nabzı arka sıralarda atar!"
Sayın Akademisyenlerin içtenliğine ve itiraflarına şaşırdım doğrusu:
Yeni ya da çağdaş edebiyatı söz konusu ettiklerinde akıllarına hemen Orhan Pamuk, İ. O.Anar ve Hasan Ali Toptaş ya da yakınları geliveriyor.. Biraz kendilerini zorlasalar hem kendileri hem de öğrencileri için iyi olur...
Yeni yorum gönder