Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Haber

Haber

Arundhati Roy: “Kameranın görmediği yerler gittikçe umutsuzlaşıyor”



Toplam oy: 488

1997’deki Booker Ödülleri’nin Küçük Şeylerin Tanrısı isimli kitabıyla kazananı olan Arundhati Roy, bu yıl adaylar arasında değil. Aslına bakılırsa, John Updike’nin Tiger Woods’vari bir çıkış olarak adlandırdığı ilk kitaptaki durumu devam ettirmesi gerekiyor.



Bunun deneme isteği ile ilgisi yok, elinde ikinci bir kitabın hazır beklediği bir sır değil. Gülerek söylediği üzere herkes bunu yıllardır biliyor. Oktojenaryan romancı ve eleştirmen arkadaşı John Berger hariç yalnızca birkaç kişi bu romanı birkaç saniyeliğine de olsa görme şansına erişti. Berger o kadar etkilenmiş ki Roy’a her şeyi bırakıp, roman üstüne çalışması için ısrar etmiş. “Bir yıl kadar önce John’la evindeydik, bana ‘Hemen bilgisayarını aç ve bana nasıl bir kurgu yazdığını oku’ dedi. Belki de o bu dünyada bu cümleleri bana söyleyebilecek tek insandır. Bir kısmını ona okudum ve bana şöyle dedi. ‘Hemen Delhi’ye dön ve bu kitabı bitir’. Ben de tamam dedim…”



Ama işler Roy’un umduğu gibi gitmedi.. Delhi’ye döndükten birkaç hafta sonra kapısında Hindistan’ın orta bölgelerindeki ormanlardaki Maocuları ziyaret etmesini isteyen bir not buldu.



Bu, Hindistan’ın gizli savaş bölgesine girmek için oldukça dayanılmaz bir davetti, Roy da bu daveti reddedemezdi.



Bugün, Hindistan asırlar önce Avrupa’daki kolonyal güçlerin geçtiği yollardan geçiyor: Stratejik maden kaynakları belirleniyor, bu bölgelerdeki insanlar göç ettiriliyor, demir cevherlerine ve benzerlerine ulaşılıyor ve bunu sanayileşmeyle zenginleşme için kullanıyorlar. Tek fark şu ki Hindistan’ın sömürebileceği bir Avustralya ya da Latin Amerika’sı yok. Roy’a göre “Hindistan bunun yerine kendi kendini yoksul nüfusunu kullanıp ham maddelere ulaşarak kolonileştiriyor.”



Yer altı kaynaklarının sömürüsünün başlamasından yüzyıllar sonra, bizim ülkemizde olduğu üzere insanlar bu uğurda yaşanan felaketin farkına vardılar: Yerliler bir katliama tabi tutuluyor, gelenekler siliniyor, hayatta kalanlarsa yoksulluğa mahkum ediliyordu. Ve sonuçta, ucuz pişmanlıklar eşliğinde büyük servetler elde ediliyor, sebep olunan zararlarsa yerinde duruyordu.



Ve şimdi Hindistan’da tüm bunlar tam da şimdi, zamanımızda oluyor. Ve pişmanlık çok daha ciddi bir boyuta ulaşıyor…



Roy Maocular’ın davetini kaul ederken, milyonlarca Orta Sınıf’ın rahatsız olduğu Adivasi’ye (Hindistan’ın kabile insanları) ormanlardaki Hindistan’ın ortasında yapılanların farkındaydı.



Hindistan’ın sözde Naxalite isyanının başlayışı 1950’larda Batı Bengal’daki Naxalbari kasabasına dayanır ve sayısız şekillerde bölünerek, teslim olarak ya da yozlaşarak bugüne kadar varır. Ama 2005’te Başbakan Manmohan Singh bu hareketin profilini onları en büyük iç tehdit olarak tanımlayarak bir anda zirveye sıçrattı.



Roy, zamanlamanın manidar olduğuna inanıyor. “Hükümetin birçok maden şirketi ve yer altı kaynaklarına ilişkin kuruluşla anlaşma yaptığı bir döneme rastlamıştı” diyor. “Basit bir biçimde söylemek gerekirse nehirleri, dağları, ormanları özel şirketlere sattılar. Buralarda yaşayan insanlara karşı bir savaş açmalılardı ki buradaki maden şirketleri işlerini rahatça görebilsinler”.



Yüz binlerce paramiliter ‘görevi’ yerine getirmek için ormanlara yrleştirildi. Bunu Maocular tarafından girilmiş yüzlerce köyün yakılması ve boşaltılmış kasabalardaki insanların kurduğu yol kenarı kampları ve iki tarafça dökülen onca kan izledi…



Ancak orman boyunca yürüyerek ve Maocuların hikayelerini dinleyerek, Roy bu felaketi hasıraltı etmek için Hint medyasının çok ciddi oyunlara başvurduğunu fark etti. İsyancıların %45’i kadın %99’u ise yerlilerdi. Son bir umut olarak, yaşadıkları yerleri, yuvalarını korumak adına ellerine silah almışlardı.



“Buradaki (ormandaki) insanlar kuşatma altında” diyor Roy. “Alışveriş yapmaya çıkamıyorlar çünkü marketler polis ve hafiyelerle dolu, ilaç alamıyorlar, karne de alamıyorlar.” Singh’in açıklamasından sonra Anti-Maoist Salwa Judum adlı bir kontra grup kurulmuş. “2005’ten başlayarak, Salwa Judum 600 kadar köy yaktı, 360 bin insanı kaçmak zorunda bıraktı ve 50 bin kadarı kamplara taşınırken büyük çoğunluğu ülkenin dışına kaçmak ya da ormana yerleşmek zorunda kaldı” diyen Roy bunun büyük bir insanlık trajedisi olduğuna dikkat çekerek Birleşmiş Milletler tanımına göre bunun soykırım olduğunu açıkça vurguluyor.



“Suçlu olarak lanse edilen Adivasiler bugün terörist olarak algılanıyorlar” diyen Roy bu insanların yalnızca evlerini kurtarmak ve ürünlerini ekmek istediklerini, Maoistlerle birlikte ormanda yaşamanın terörist sayılmak için gerekçe sayıldığını söylüyor.



Gezisiyle ilgili yazıları, Walkin with Comrades, geçtiğimiz yıl Hindistan’da ilk yayınlandığında Roy bu isyancıları ‘insan gibi göstermek’ ile suçlanmış. Gandhi’nin şiddet karşıtı prensiplerine bağlanmış orta sınıfa göre bu insanların silahla olan bağları onları kör etmiş durumda. Ama Roy’a göre durum öyle değil. Roy bu insanların başka seçeneği olup olmadığını sorguluyor.



“Gandici direnişin politik alanın son derece etkili ve ahlâki bir formu olduğuna inanıyorum, bu tarz size ılımlı bir kitle de kazandırıyor” diyen Roy “Peki ya geri kalmış bir köyde herhangi bir yerden millerce uzakta olduğunuzda” diye soruyor. “Aç bir insan açlık grevine girebilir mi?”



Romanının aldığı ödülden bu yana Roy Hint orta sınıfının sinirlerini hoplatmakta ustalaşmış durumda. Bu onun sonsuz hassasiyetini yansıtan bir hediye gibi. Bazen derisi olmaksızın yaşadığını hissettiğini söylüyor. “Korunmaksızın yaşıyorum. Ne zaman derisiz yaşarsanız o zaman tüm zamanlarda anlatılması gereken şeylere ulaşabiliyorsunuz.”



“Yaşadığım ülke her geçen gün daha da baskıcı daha da polis devleti haline geliyor. Hindistan devlet olarak gün geçtikçe sertleşiyor. Dağınık, sevimli bir demokrasi görünümünü devam ettirmesi gerekirken, kameranın görmediği yerlerde durum gittikçe umutsuzlaşıyor.”



Ama aynı zamanda hala açık bir toplum olarak kalmayı sürdürüyor ve kazanılacak çok fazla kavga var. 2009’da devlet Greenhunt Operasyonu’nu ve ormandaki ya da dışındaki Maocular’ın tamamını öldürmeyi planladığını açıkladı. “Hint elitleri arasında onlara Maocu teröristler demekte bir sorun yok, onlara göre Maocular çoktan insanlıktan çıkmış. Ve, ben, bir Maocu olmasam da, onlarla ilgili yazdığımda bu onları insan gibi gösteriyor ve çok büyük farklılıklar yaratıyor.”

 



“Çok ilginç tartışmaların patlak verdiği bir dönemdeyiz. Şu an doğru bir zamanda yapılan iyi bir müdahale, bir devrime yol açamasa da tartışmanın paradigmasını değiştirebilir.”

 

Romanın daha beklemesi gerekecek diyor. Ona göre politik yazıları insanlara nefes alabilecek bir alan sağlıyor. “Yaptığım işle ilgili en çok sevdiğim şey onun yazıldığı dilden Hindistan’ın yerel dillerinden olan Oriya, Kanada ve Tellugu’ya çevrilmesi. İnsanlar izole hissedip hissetmediğimi soruyorlar: Size ne kadar az izole edilmiş olduğumu anlatamam. Nasıl geri izlenim aldığımı soranlara trafik ışığında benim de beklemek zorunda olduğumu söylüyorum. Onlar dinamik bir şekilde öfke ve tartışmanın sürdüğü, günün her anına yayılan anlar.”

 



Çeviri: Sarphan Uzunoğlu, jiyan.org


Kaynak: The Independent

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Haber Yazıları

İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali (İTEF) İtalya Özel programıyla sanatseverlerin karşısına çıkıyor. 23-27 Ağustos 2021 tarihleri arasında ekranlara gelecek olan etkinlikler sayesinde İtalya'ya ve İtalyan edebiyatına uzanan yeni bir yol açılacak.

 

 

Sanat Kritik’in yeni podcast serisi, Seval Şahin’in editörlüğünde dinleyicilerle buluşuyor. “Yaz Sıcağında Bir Esinti” başlıklı serinin ilki 120. doğum yıldönümü vesilesiyle Ahmet Hamdi Tanpınar’a ayrıldı. Dergâh Yayınları’nın desteğiyle hayata geçen projeye farklı alanlardan birçok yazar, şair, sanatçı ve akademisyen katıldı.

Kültür Sanat Şehir dergisi Z, 5. kez okur karşısında. Zeytinburnu Belediyesi tarafından yayımlanan tematik dergi, “kütüphane” konusunu mercek altına alıyor. 508 sayfa boyunca insanlık tarihinin bilinen en eski dönemlerinden günümüze kadar farklı kültürlerde kütüphanenin seyri, kütüphanenin unsurları, kütüphaneciler, kütüphane sahipleri ve kütüphane literatürü inceleniyor. 

Türk edebiyatının usta ismi Sait Faik Abasıyanık'ın hatırasını yaşatmak amacıyla her yıl bir öykücüye verilen "Sait Faik Hikâye Armağanı" bu kez Şermin Yaşar'ın oldu.

 

Sosyal medya paylaşımları, konuşmalar, anketler, veriler gösteriyor ki pandemi günlerinde evde geçen zamanın ciddi bir kısmını kitaba ayırdık. Türkiye ve dünya genelinde İNSAMER'in yaptığı araştırma kitap yayımı ve okuma oranlarındaki artışa odaklanıyor. Kitapyurdu ve Idefix sitelerinden alınan veriler de korona istatistiklerine katkı sunuyor.

 

 

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.