Bu yıl Avignon Tiyatro Festivali rakip olduğu Edinburgh Festivali’ne karşı kendi edebiyat tarihine dönerek bakıyor ve ‘Yeni Roman’ dönemini güncelleştiriyor. Festival; Christophe Honoré’nin sahneye koyduğu ‘Yeni Roman’ adlı piyes ile, Fransa ’da 1950’lerden 1970’lere kadar etkili olan ve egzistansiyalist Sartre’ın başını çektiği ‘angaje edebiyat’ına karşı başka bir siyaseti canlandıran, edebiyatta nesnelerin üzerine dönerek konuyu ikinci plana alan Alain-Robbe Grillet, Nathalie Sarraute, Calude Simon ve diğerlerinin yanında en gençleri olan Michel Butor’un gerçekleştirdiği edebi ve siyasi forma geri dönerek bakmaya çalışıyor. Emile Henriot’nun 1957’de ileri sürdüğü ‘Yeni Roman’ ismi edebiyat çevrelerini, entelektüel hayatı sarmıştı. Balzac’vari bir anlatının ve tasvirler dünyasına ve konuya karşı çıkan bu edebiyat, dilin kendisi üzerinde dönmekteydi.
Yaratının formdan geçeceğini vurgulayan bu akımın ülkemizde 1960 ve 70’li yılların içinde büyük bir etkisi olduğunu söylemek zordur. Egzistansiyalist edebiyatın Marksizmle karıştığı bir sırada çeviriler de üsluba göre değil anlama göre yapılmaktaydı ve Türkiye ’deki entelektüel hayat bir ‘adaptasyon’ dünyasını yaşamaktaydı. Ancak 1990’lı yıllardan itibaren çevirilerde üslup ve form öne çıkmaya başlayarak aslında belki de anlaşılması daha zor bir yazı ve edebiyat dönemine girilmeye başlanmıştı. Ancak dilin bir form olduğu ve form ile birlikte başka bir politika yapıldığını ve bunun da sanatsal yaratıdan geçtiği yavaş yavaş anlaşılmakta.
Avignon Festivali de, Fransa’da bugün nerdeyse unutulan bu dönemi yeniden ele alarak yaratının hikâyeden daha az ehemmiyetli olmadığının üzerinde durmakta. Psikolojik anlatının bırakılması, öznenin yok edilmesi, yazarın silinmesi ve yazının arkasında durması ve özellikle post-modern döneme ait ‘komplo edebiyatının’ zamanımızdaki entrika anlatısına karşın bütün bunları formun arkasına alan bir edebiyat ve tiyatro türü ortaya konulmakta. Festivalin buraya doğru dönüp bakması ilginç tabii. 1947’de Avignon Festivali’nin kurucusu olan Jean Vilar’a yapılan methiye de modern Fransız tiyatrosunun ve Avignon’un kuruluşunun izlerine geri dönmek çabasını beraberinde taşıyor. Burada da, son dönemlerde gündemde olan bir sanatsal olguya rastlamaktayız. Documenta 13 Kassel’de de yerin belleğine dokunmakta. Kabul’de Aligiero Boetie’nin Kabul günlerine dönerek yeniden bakması gibi, Paris Trienali’nde de, Palais de Tokyo’nun tarihine ait işlerin sergilenmesi Avignon Tiyatro Festivali ile benzerlikler taşımakta. Kendi modernliğinin arayışında bulunan sanatların bu geriye bakışı belki de hiç durmadan ilerleme üzerine kurulu bir modernlik anlayışına karşı başka bir modernlik tarihini hatırlamaya çalışmakta.
Tüm şehir tiyatro
Diğer taraftan Avignon sokaklarında ‘off’ olarak nitelendirilen, ana festivalin dışındaki piyeslerin oyucularının sokaklarda dolaşması, gösteriler yapması şehre büyük bir canlılık getiriyor. Her yer flyer’lerle dolu. Gerçekten bir festivalde olduğunuzu hatırlatan, tüm şehri mobilize eden bir tiyatro ambiyansındayız.
Papalar Sarayı’nda La Cour d’honneur’deki oyunun eski ihtişamlı görüntüsünde veya Georges Didi-Hubermann’ın, ateşböcekleri üzerine Passolini için kaleme aldığı metinden yola çıkarak yapılan performatif okuma tiyatrosunun St. Joseph Koleji’nin avlusundaki gösterisinde olsun, Nicolas Tourang’ın sahneye koyduğu oyuna kadar, bu yıl disiplinler yine birbirlerine karışmakta: Tiyatro metinleri, opera, edebiyat, fiziki performanslar, felsefe ve sosyo-politik iç içe girmiş vaziyette.
Bienallerden tanıdığımız William Kentridge’in Opera’da, kendisinin de sahnede yer aldığı müzikal post-kolonyal operasından geçerek veya Sophie Calle gibi isimlerin yanı sıra, ‘Arap Baharı’nı temsil eden, Kasel’de başka bir video enstalasyon ve performans yapan Rabih Mroué’nin, bu sefer Linah Saneh ile birlikte gerçekleştirdiği ‘33’lük Plak’, bu yıl hem Documenta 13’te hem de Avignon Tiyatro Festivali’nde bir oyun ortaya koyması ilgi çekici durmakta. Aynı şekilde Jerome Bel’in iki ayrı şehirdeki iki ayrı sanatsal faaliyetinin, yani ‘Sakatlarla Dans’ projesinin gösterilmesi de, bu ayrı gibi duran festival ile Documenta’nın birbirlerine ne kadar yaklaştığını gösteriyor.
En büyük ilgiyi çeken ise Papalar Sarayı’nda sergilenen, içinde en çağdaş video tekniklerinden yatay bir şekilde yere uygulanan ışık enstalasyonlarının gerçek kişilerle karışarak kullanıldığı tekniklere kadar Simon McBurney’in sahneye koyduğu Rus modernizminin temsilcisi M. Bulkagov’un ‘Efendi ve Marguerite’ piyesinin ihtişamı oldu.
Festivalin daha ilk on gününde satılan bilet sayısının 150 bin gibi bir rakam olması ise etkinliğin popülerliğinin bir göstergesi. Devletin ve özellikle Kültür Bakanlığı’nın ve France Culture radyosunun destekleriyle yapılan festivalde ara ara Paris Belediye Başkanı Delanoë’den eski Fransız bakanlara kadar politik kişiliklerin piyeslerde boy göstermesi ve halkın arasına karışması ise dikkat çekici bir rahatlık ve serbestlik göstergesi olarak durmakta.
Kaynak: Radikal
Yeni yorum gönder