Salt Galata’nın Türkiye’nin modernleşme sürecini farklı yönleriyle ele alan Modern Denemeler serisinin dördüncü sergisi Salon, dün akşam Tomris Uyar, Tezer Özlü, Vüs’at O. Bener ve Özen Yula’yı ağırladı.
Nesneye ve nesnenin ortamını ele alan sergi, "tarih yazımında önceliği Cumhuriyet’in ilk yıllarına kaptırmış 1960’lar Ankara’sından, özene ve yalınlığa tercüman üç boyutlu bir an" sundu misafirlerine.
30 kişi ile sınırlı etkinlikte, Salon’dan içeriye girip boş bir yere oturup ilk cümlenin canlanmasını bekledik. Burnumuzun dibindeki, ayağımızın ucundaki sahnede konumlanan koltuklara kurulmamızı bekleyen Okan Urun ve Gökçe Yiğitel’in gerçekleştirdiği performatif okuma, yazarların kelimelerini kendi bedenlerinde yaşatmalarıyla başladı.
Okuma boyunca Ankara’da bir evin oturma odasındaydık. 5 yazarın romanındaki salona konuk edilmiştik. Koltuklardan birine oturup hikayeleri dinlemeye ve izlemeye başladık.
Etkinlik sırasında not alma gibi bir alışkanlığınız olsun olmasın bazı kelimeler ya da cümleler muhakkak yer ediyor. “Her yeşilin bir çiçeği olmalı” diyerek başladı hafıza seansı, sonra uzun bir koşuyla devam etti. Okan Urun ve Gökçe Yiğitel, serginin konusuyla paralel olarak seçtikleri kitaplardan bölümleri sırayla, uzun uzun okudular. Öyle oturdukları yerden de değil. Kah koşarak kah masanın altında kah duvarın dibinde ya da koltuklardan birinin yanında. Her yazarın oturma odasında muhakkak durduk okuma boyunca. “Sen benim üst dudağımı ben de senin alt dudağını öpeyim” dedi, romanlardan birinin içine daldık, bin tane katmanın arasına sokulduk, kelimeleri gördük, tek tek. O sırada Okan Urun ve Gökçe Yiğitel misafirlere aşık oldular. Bizim gözlerimizin içine baka baka aşık oldular, yüzümüze baka baka ölmeyi istediler. “Bahtiyarlık kolyesine” bir boncuk eklercesine aşık olmanın hastalıklı yanını okudular: “Göz kapaklarımda kurşun, gözümüzde unutuş var. Sanki.”
Yazan kişinin yazan kişiyle imtihanı
O yazardan bir diğerine geçişi fark etmek biraz zor oldu. Kitaplar, sayfalar, yazarlar sık sık (ya da değil) değiştiği okuma hakkında herkesin aynı düşünceyi, aynı belirgin hissi tattığını söylemek doğru olmaz. Bana kalırsa yazan kişinin yazan kişiyle konuşmasıydı. Yazarların çarpışması ya da karşılaşması. Bazen, okuyan kişinin yazan kişiyle, yazan kişinin yaşayan kişiyle hesaplaşmasıydı; bazen de okuyan kişinin kendisiyle kavgası.
İsteyenin istediği romanda başrolü kapabileceği birkaç dakikaydı aslında. Okuma devam ediyordu. Ayakkabılarımızı çıkardık. Ellerimize steril eldivenler taktık. Yani bizim yerimize Okan Urun ve Gökçe Yiğitel yaptı tüm bunları. Biz misafirdik, sadece izledik. “Dün sabah altıma yaptım” dedi romanlardan biri. Yemek masasının üzerine uzanıp anlattı Gökçe Yiğitel, bir kanser hastasının içinden geçenleri. Sonra yine sevgili olduk. Seni seviyorum dememeni garipsediğimi söyledim. İlla duymak istiyordum çünkü. Ayıp mı? Sense sadece “Seni yaşlandığında görmek istedim” dedin.
Yeni yorum gönder