The Guardian’daki köşe yazılarına devam eden Elif Şafak, bu hafta Burroughs’un Yumuşak Makine’sinin yayıncısı ve çevirmeni aleyhinde açılan davaya değindi.
Beat Kuşağı yazarları ve William Burroughs’la çocukluğunda Türkiye’de para biriktirip Katmandu’ya gitmek üzere gitar dersleri veren Amerikalı müzik hocası sayesinde tanıştığını anlatan Şafak, Burroughs ve diğer Beat Kuşağı yazarlarının başta Amerika’da olmak üzere kültürel yaşama katkılarının çoğunlukla unutulduğunu söylüyor: “Kendi sırtında taşıdığın vatan, kendi kendini sürgün etme, köksüzlük ve dışarıdanlık. Süregelen etkilerinin sınırları yok. Londra’daki müzik gruplarını, Prag’daki ayaklanmaları, Paris’teki grafiti sanatçılarını etkilediler, İstanbul’da bile onları takip eden gençlerden oluşan bir yeraltı kültürü var.”
Burroughs’un benzer soruşturmalarla Amerika’da da kendisinin de bizatihi karşılaşmış olduğunu ve o zaman mahkemelerde onu Norman Mailer ve Alan Ginsberg gibi yazarların savunduğunu hatırlatan Şafak, “Burroughs’un romanı için ayağa kalkma ve savunma sırası Türkiye’nin” diyor.
Elif Şafak, Batı basınının olaya Türkiye’deki ifade özgürlüğü çerçevesinde yaklaştığını ancak bunun bir neden değil sonuç olduğunun altını çiziyor: “Modern Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı temel ikilem devlet-birey ilişkisidir. Türkiye güçlü bir devlet geleneğinin ve görece olarak zayıf bir sivil toplumun var olduğu bir ülke. Bu, devleti kendi ‘oğullarını’ yani milleti koruyacak, kontrol edecek, onlara rehberlik edecek bir baba gibi görmek meselesidir. Eğer vatandaşlarınıza güvenirseniz, neyi okuyup okumayacaklarını seçmeyi onlara bırakırsınız. Eğer güvenmezseniz, onları iç ve dış kaynaklara karşı korursunuz, onları kelimelerden korursunuz. Bu nedenle bir devlet kurumu 'kitapta bir konu bütünlüğü olmadığı, gelişigüzel kaleme alınarak anlatım bütünlüğüne de riayet edilmediği' tespitinde bulunabiliyor.”
Şafak bu sorunu aşmak için yeni, demokratik bir anayasaya olan ihtiyacın altını çiziyor: “Bugün Türkiye’de yazarlar, şairler, sanatçılar, karikatüristler, gazeteciler ve yayıncılar canlı ve dinamik bir kültürel dünyada çalışıyorlar. Ama mevcut yasalar hala Demokles’in Kılıcı gibi başımızın üzerinde sallanıyor. İrfan Sancı’nın karşılaştığı durum bir kez daha yeni, ilerici ve daha demokratik bir anayasaya olan acil ihtiyacı gösteriyor. Var olan anayasa 1980 darbesinin ürünü ve onun sınırlarını yansıtıyor. Ayrıca yasalarda her zaman ifade özgürlüğünün ve kişisel özgürlüklerin aleyhine işleyen boşluklar var. Türkiye’nin gençleri kitapların yasaklanmadığı, yayıncıların yargılanmadığı, sanatın hoşgörüsüzlükle karşılanmadığı bir ülkede yaşamayı hak ediyorlar.”
İrfan Sancı, diğer pek çok yayıncı gibi, daha önce de çeşitli nedenlerle açılan davalara maruz kalmış, yayımladığı kitaplar toplatılmış, yasaklanmış ya da poşete konmuştu. Şimdi de söz konusu kurulun raporuna dayandırılarak açılan davada kitabın çevirmeni Süha Sertabiboğlu ile duruşma tarihinin kesinleşmesini bekliyor.
Yeni yorum gönder