Son romanı “İskender” ile intihal suçlamalarına maruz kalan Şafak, iddiaları sert bir dille yanıtladı. İki hafta önce Doğan Kitap’tan çıkan roman, Elif Şafak’ın kapakta erkek kılığı ile poz vermiş olması nedeniyle tartışılmaya başlamıştı. Kapağın çalıntı olduğu iddiaların yanı sıra İngiliz yazar Zadie Smith'in "İnci Gibi Dişler" kitabının çevirmeni Mefkure Bayatlı, "Elif Şafak, 'İskender' romanında Zadie Smith'in kitabını şablon olarak almış. Buna intihal denir" diyerek bir yenisini daha ekledi. Bu iddialara Elif Şafak, Doğan Kitap'ın Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yüce Başarır ve kitabın editörlerinden Işıl Özgüner yanıt verdiler.
Elif Şafak: "Romanda alın terim ve hayal gücüm var"
El insaf! Zaten İngiltere'de yazdığım, İngiliz yayıncımın çok severek satır satır okuduğu, İngiliz ajansımın çok severek temsil ettiği "İskender" dünyanın en iyi yayınevlerinden Penguin ve Viking tarafından 2012 senesinde İngiltere'de ve ABD'de peş peşe basılacak.
Hal böyle iken Türkiye'de bir avuç insanın beni yıpratmak için, gayet maksatlı bir biçimde ortaya attığı bu suçlamaları ciddiye almıyorum. Bu romanda, tıpkı her kitabımda olduğu gibi alın terim ve hayal gücüm var.
Türkiye'de azıcık farklı işler yapan her insana uluorta saldırılmasından bıktım, bıktık. Benim okurum beni bilir. "İskender" on birinci kitabım, sekizinci romanım. İftiraları, dedikoduları ve hezeyanları bunları çıkaranlara bırakıyorum.
Işıl Özgüner: "Bir sürü benzerlik vardı kimse intihal demedi"
Zadie Smith'in romanı bu alanda yazılmış tek kitap değil, ilk kitap değil. Onlarca kitap arasında bir sürü ortak nokta var, hepsi göçmen aileleri, kuşak çatışmalarını ve onların bölünmüşlüğünü anlatır. İngiliz kızlarla çıkan Müslüman erkekler teması, mesela, onlarca ayrı yerde karşımıza çıkar. Bu yazarlar arasında en ünlülerinden biri Hanif Kureishi. "Varoşların Buda'sı" adlı romanı tam da 1970 sonlarında Londra'da Müslüman-İngiliz çelişkisini, bir oğlan çocuğunun yaşadığı kimlik krizini anlatır. Roman 1990 basımlıdır. Yani Zadie Smith'ten 8 sene önce çıkmıştır.
Bir başka çok ünlü eser Monica Ali imzalı "Brick Lane". Burada Bangladeşli göçmenlerin İngiltere'deki sıkıntıları, kadın-erkek ilişkileri ve kronikleşmiş sevgisizlikler anlatılır. Zadie Smith ve Monica Ali'nin kitapları arasında bir sürü benzerlik var. Hatta doktora tezleri yazıldı bu konuda, iki kitabı karşılaştıran. Kimse de çıkıp intihal etti Monica Ali demedi.
Deniz Yüce Başarır: "Göçmen edebiyatında ortak temalar olur"
İntihal suçlamasını gülünç buluyorum. Batı edebiyatının önemli bir geleneği olan göçmen edebiyatı söz konusu olduğunda elbette bazı ortak temalar olacaktır. Ama bunlara intihal demek ya hayal gücünü lüzumsuzca zorlamaktır ya da kötü niyettir.
Aynı temalar etrafında döner hikâyeler, ama nasıl anlatıldıklarıdır önemli olan. O temaların nasıl zenginleştirildiğidir. Göçmenlik, aşk, aile, kardeş, ya da ölçeği daha küçülterek, ikiz olma halleri dünya edebiyatında herhalde sadece "İnci Gibi Dişler" ve "İskender" romanlarında işlenmemiştir. (Herhalde diyorum, lafın gelişi) Ya da yoksulluk ruh hali, sadece bu iki romanda bir bodrum katıyla sembolize edilmemiştir.
"Türkiye'de yazar olmak"
Öte yandan Elif Şafak, haberturk.com sitesi için yazdığı "Türkiye'de yazar olmak" başlıklı yazısında da iddialara sitem ederek değindi. Şafak'ın yazısı şöyle:
Edebiyata heves duyan gencecik okurlar sağolsunlar içten bir merakla soruyorlar bazen: “Yazar olmak nasıl bir şey?” İşte bu yazı onlar ve sadece onlar için... Türkiye’de yazar olmak:
*Saatler, haftalar, aylar, seneler boyu aşkla, muhabbetle, özenle, sabırla, sebatla, tutkuyla didinmek, iğneyle kuyu kazar gibi satır satır, sayfa sayfa çalışmakçalışmak-çalışmak demektir. Bu işin yüzde 15’i kabiliyet ise yüzde 85’i emektir.
*Edebiyatı, romanları, buradan ta ötelere uzanan hayaller kurmayı, kelimelerle kalpten kalbe köprüler örmeyi sevmek ve kendini bir başkasının yerine koyabilmek, empati kurabilmek, hayata bambaşka açılardan bakabilmek, yüreğini ve zihnini geniş tutabilmek demektir.
*Hayallerin ve hikâyelerin naif dünyasında ikame etmeyi şu hırçın ve kavgacı “gerçek” âleme yeğlemek, hatta zaman zaman roman karakterlerini etten kemikten müteşekkil kimi insanlardan daha samimi, daha hakiki bulmak demektir.
* Harfleri ve kelimeleri çok ama çok sevmek, bir tek cümle için bazen bir saat düşünmek, ciddiyetle araştırma yapmak, ayrıntılara meftun olmak demektir.
*Her kitabın çıkışından önce hem çocuksu bir heyecan ve sevinç, hem de adeta eski bir dostuna veda edercesine burukluk ve hüzün duymak demektir.
*Roman kitabevlerine dağıtıldıktan sonra bir müddet söyleşiler verip, imza günleri düzenleyip sonra gene sessiz sedasız kendi kabuğuna çekilmek, yazıya dönmek, evrensel ve kadim olan hikâye anlatma sanatına canıgönülden inanmak, hep inanmak demektir.
*Bu esnada hiç tanımadığın, bir kez olsun tanışmadığın ve belli ki seni zerre kadar tanımayan kimi insanların ileri geri sözlerine maruz kalmak; gene de kimsenin aleyhine konuşmamaya özen göstermek, polemiklerden uzak durmak, sana avuç avuç çamur atana bir katre dahi çamur at-ma-mak, karşılık vermemek demektir.
*Seneler boyunca edebiyattan geçimini sağlayamadığın için başka işler yapmak, iki kat çalışmak durumunda kalmak, yazıya ancak akşamları ya da geceleri zaman ayırabilmek, on dört sene sonra kitaplarından para kazanmaya başladığında bu sefer de sırf bu yüzden eleştirilmek demektir.
*Eleştiriyi “bir şahıs hakkında tamamen olumsuz ve yıkıcı laf üretmek” zanneden bazı insanların imalarına, zanlarına, dedikodularına ve iftiralarına hedef olmak; bilhassa elit kesimin tepeden bakan, kimseyi beğenmeyen küçümseyici tavırlarına maruz kalmak, kitaptan çok kâtibin, yazıdan ziyade yazarın konuşulduğuna tanık olmak, her seferinde derin bir soluk alıp “Bu da geçer ya Hu” diyebilmek demektir.
*Seni ve ruh halini en iyi başka edebiyatçılar anlar, verdiğin emeği ne de olsa en iyi onlar kavrar zannederken ne gariptir ki gene aynı çevrelerden habire iğneli, habire ağılı laflar işitmek, gene de duymazdan gelmek demektir.
*“Kendisiyle söyleşi yapanlara iPad veriyor” yahut “Kitabını imzalarken yanında promosyon kırtasiye dağıtıyor” veya “Sarışın ve kadın olduğu için Batı’da ilgi görüyor, bu yüzden kitapları basılıyor” gibi yakıştırmaları internet sitelerinde, gazetelerde okumak, gözlerine inanamamak demektir.
*“Kitap kapağında takım elbise giymiş erkek resmi var, bak bu kitabın kapağında da erkek resmi var, demek ki kapak çalıntı” lafını duymak demektir.
*“Romanında Londra’da yaşayan göçmen aile var, bak öteki romanda da Londra’da yaşayan göçmenler var, hatta onlar da camdan bakıyorlar, demek ki 450 sayfalık bu roman aşırmadır” iddiasına rastlamak demektir.
*Söylenen ve yazılan bunca asılsız söze çoğu zaman gülüp geçmek, üzerinde bile durmamak, ama bazen de gülemeyip, kendi başına hüngür hüngür ağlamak demektir. Zaman zaman her şeyi bırakıp denizci olmak istemek, bunalmak-yorulmak-hırpalanmak demektir.
*Derken yolda sizi gören bir okurun yanınıza gelip, gözleri dolu dolu, yüzünde candan bir tebessümle size sarılıp, “Ben sizi o kadar seviyorum ki, hayatımda ne kadar büyük bir yeriniz olduğunu ah bir bilseniz” sözünü duymak, boğazında bir düğümle kalakalmak demektir.
*Beni nişan ve evlilik törenlerine, doğum günlerine davet eden, benden sevgililerine evlenme teklif ederken yanlarında bulundurmak üzere kitap imzalamamı isteyen, yatalak annesine okumak için kitabımı aldığını anlatan okurların mesaj ve mektuplarını okumak; düğün davetiyelerine AŞK’tan pasajlar koyanlara rastlamak yahut hapishaneden yazıp romanlar aracılığıyla hayata yepyeni bir nazarla baktıklarını söyleyenleri görmek; aynı aile içinde üç kuşağın aynı romanı okuduğuna ve sevdiğine tanık olmak; imza günüme gelen ve kuyrukta sabırla bekleyen 87 yaşındaki İstanbul hanımefendisi Leyla Hanım’ı, Diyarbakırlı garson Yılmaz’ı, Köln doğumlu ve bugüne kadar sadece Almanca okuduğu halde artık benim romanlarımla Türkçe edebiyat okuduğunu anlatan Murat’ı dinlemek; yüzlerce, binlerce okurun gözlerindeki muhabbeti, yüreklerindeki saygıyı ve aslında onların sadece ve sadece kitapla ilgilendiklerini, romanı sevdiklerini görmek; okurlarınla kurduğun bağdan taptaze bir enerji, ilham ve feyz almak; insana inanmak, edebiyata meftun olmak, harflere sevdalanmak demektir...
Yeni yorum gönder