Uluslarası PEN ve PEN Türkiye'nin ortaklaşa düzenlediği "Söze Özgürlük" Edebiyat Festivali'nin bu yılki panelinin başlığı "Muzır Neşriyatın Muzırlıkları" idi. Panelde kitapların yargılanmasının yayıncı, yazar ve çevirmen açısından etkileri konuşuldu.
İlk oturum başlamadan önce Pen Duygu Asena Ödülü, "İnancın Sınandığı Zor Mekanlar: Hücreler" adlı kitabı nedeniyle hapis yatan ve hapisten yeni çıkan Nevin Berktaş'a verildi.
Ödülünü, bu yıl Uluslarası Basın Enstitüsü'nün (IPI) "Basın Özgürlüğü İçin Diyalog Ödülü" ne layık görülen Zeynep Oral'dan alan Berktaş, "Ödülü 12 Eylül hapishanelerinde, ölüm oruçlarında ve sokak ortasında katledilenler adına alıyorum" dedi ve ekledi: "Büyük bir dayanışma sayesinde beni hapisten erken çıkartmak zorunda kaldılar. Bugün bu ödülü dayanışmanın bir ürünü olarak alıyorum."
Moderatörlüğünü Elif Bereketli’nin yaptığı panelin ilk oturumunda Belge Yayınları'nın sahibi Ragıp Zarakolu ve avukat Haluk İnanıcı konuştu.
"Kuruldakiler hem muhbir hem bilirkişi"
İnancı, Muzır Kurulu'nun 1927'de oluşturulduğunu ama esasen 1986'da Darbe rejimi ile değişiklik yapılarak işlevsellik kazandırıldığını söyledi: "10 kişilik kurulda Bakanlıklardan, gazete cemiyetlerinden ve diyanetten de temsilci var. Kuruldakilerin iki görevi var; çıkan yayınları muzır ve müstehcenlik açısından resen inceleyip ihbar etmek ve yayınla ilgili açılacak davada bilirkişi olmak. Yani hem muhbir hem bilirkişi."
İnanıcı, yasanın kendisinin sorunlu olduğunu ancak uygulamada daha da büyük sıkıntılar yaşandığını söyledi.
"Muzır Kurulu yasa emretmemesine rağmen edebi eseri alıyor, küçükleri korumak amacıyla muzır, müstehcen cümleler arayıp yeni bir metin hazırlayıp işte suç diyor. Biz uzun yıllar bu romanın kendisi değil, sizin metniniz diyip savunma yaptık."
"Yasaklama değil, kısıtlama yapılabilir"
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) çocukları korumak adına aldığı kararlarından örnekler veren İnanıcı, AİHM'in yasaklama değil belli ksııtlamalar getirdğini belirtti: "AİHM pornografi içeren durumlarda devletlerin çocukları korumak için bazı önlemler alması gerektiğini kabul eder. Ama bu kısıtlamaları katı kurallara bağlar.
Şunları sorar: 'Yasa demokratik tolum gerekliliklerine uygun mu ?, 'Eğer uygunsa öngörülen sakınca başka yollarla giderilemiyor mu?' Mesela müstehcen bir filmi 12'de göster deme imkanın varsa filmi yasaklamana gerek yok gibi."
"Muzır tanımı yapılmalı"
İnanıcı Türkiye'deki Muzır Kurulu'nun lağvedilip farklı bir düzenlemeye gidilmesi gerektiğini söyledi.
"Yasa Milli Eğitim mevzuatına atıf yapıyor; bu mevzuatla her şeyi yasaklayabilir. Bu kaldırılmalı. Kurul lağvedilmeli, tespiti yargı organı yapmalı. Çok net 'Muzır' tanımı yapılmalı. İnsanlar önceden neyin suç olduğunu bilmeli. Yasalara uymayanlara hapis değil, para cezası verilmeli."
"Ulusal savaş dedim, komünist propagandası oldu"
İkinci konuşmacı Ragıp Zarakolu, 1980'lerde çocukların cinsellik yanında sınıfsal içerikli yayınlardan da "muzır" diyerek "korunduğunu" söyledi: "80'lerde alternatif, özgürlükçü eğitim ve çocuk edebiyatı kitapları yayınlayan Gözlem Yayınevi, sınıfsal içerikli yayın yaptığı gerekçesiyle kapatıldı. Bir daha da o tarz çocuk kitapları yayınlayan yayınevi olmadı."
Zarakolu, 1971'de 21 yaşındayken yazdığı yazıdan dolayı yargılanmasını şöyle anlattı:
"And Dergisi'ndeki yazımda 'Vietnam Savaşı'nı ulusal savaş diye tanımladığım için yargılandım. Bilirkişi olan profesör Vietnam'daki savaşçıların komünist olduğunu ve ulusal savaş yapamayacağını bu yüzden de benim komünizm propagandası yaptığımı söyledi. Bir profesörün böyle düşünebilmesi de akademinin utancıdır."
"Müstehcenliği reddetmek ikiyüzlülük"
Panelin ikinci oturumunda Sel Yayınları sahibi Bilge Sancı, çevirmen İsmail Yerguz ve yazar Eugene Schoulgin konuştu. Eugene Schoulgin, Avrupa'da da "müstehcenlik" kavramının tartışıldığını ancak hiçbir yerde durumun Türkiye'deki gibi olmadığını söyledi: “Norveç'te 50 yıldır tek bir kitap yargılanmadı. Avrupa'da 50-100 yıl önce yazılmış bir kitabın yargılanması söz konusu bile olamaz."
Müstehcenliğin hayatın bir parçası olduğunu söyleyen Schoulgin, "Bunu reddetmek ikiyüzlülüktür " dedi ve ekledi: "Çocukların sadece internet ya da yazılı yayınlardan değil, dünyada çok yaygın olan aile içindeki cinsel istismardan korunması gerekiyor. Bu istismar yazarın kitabındaki fantezilerden daha tehlikelidir."
26 Nisan'da Beat kuşağı öncülerinden William S. Burroughs'un, yazımından ancak 50 yıl sonra Türkiye'de Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan "Cut-up Üçlemesi"nin ilk kitabı Yumuşak Makine'ye soruşturma açılmıştı. Bilge Sancı, 2000'den beri birçok kitaptan dolayı Sel Yayıncılık'a dava açıldığını, birçoğundan beraat ettiklerini ama dava sürecinin maddi ve manevi olarak yıpratıcı olduğunu söyledi: "50-100 yıl önce yazılmış kitapları çevirdiğimiz için dava açılıyor. Bu kitapların hepsinin tarihsel bir arka planı var ve Türkiyelilerin bunları okumaya hakkı var."
Sancı, darbe rejiminden beri çalışan Muzır Kurulu'nun yaptıklarının sadece AKP hükümetine mal edilmemesi gerektiğini her hükümetin bunu kendine göre kullanabileceğini söyledi.
"Biz yayıncı olarak istediğimiz kitapları çevirmeye ve yayınlamaya devam edeceğiz. Eğer 'aman bu kitap riskli nasılsa dava açılır' dersek tam da onların istediğini yapmış oluruz. Bu yüzden mücadele edeceğiz."
İsmail Yerguz, çevirmenlerin bir metnin içeriğini değiştirmediği sürece içeriğinden sorumlu tutulamayacağını söyledi ve ekledi: "Çeviri kitaplara açılan davalarla, dil bilmeyen insanların bu kitapları okuması engellenerek onlar cezalandırılmış oluyor."
Kaynak: bianet.org
Yeni yorum gönder