Kaya Genç, yazar örgütü İngiliz Pen için bir yazı kaleme aldı. Genç'in "Resmi Yazardan Yaratıcı Yazara" başlıklı yazısını Türkçe olarak yayımlıyoruz. Geçtiğimiz ay İngiliz Pen'de yer alan Ayfer Tunç'un yazısına ise buradan ulaşmanız mümkün.
"İlkgençlik yıllarımda Türkçe edebiyat derslerinden hoşlanmazdım hiç. Memmuniyetsizliğimin nedeni de ortaokul ve lisedeki edebiyat derslerinde okuyalım diye bize verdikleri kitapların belli bir edebiyat türüne ait olmalarıydı: bugün resmi devlet söylemi diyebileceğim bir edebiyat türüydü bu. Derslerde ortaçağın büyük mizah figürü Nasreddin Hoca'dan neredeyse hiç bahsedilmez, düşünceleri ve yazdıklarıyla hâlâ etkili olmayı sürdüren sufi ve şair Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin yapıtları bize okutulmazdı. Neredeyse beş yüz senedir devam eden bir gelenek olan Divan şiirini de bilmezdik pek, Yunus Emre gibi halk şairlerinin yapıtlarını da. Bunların yerine bize okumamız için belli bir ideolojinin kurucu metinleri veriliyordu ve ben bunları sıkıcı ve çevremdeki hayattan kopuk buluyordum. Bir süre sonra, lisenin son yıllarında Türkiye'nin kültüründe başka bir edebiyat türünün de, ne kadar bastırılmış ve dışlanmış da olsa, varolduğunu keşfettim. Ve bunu ülkemin hakiki sivil edebiyatı olarak görmeye başladım.
Resmi edebiyatı üreten kuşağın arkaplanları büyük ölçüde benzeşiyordu. Burada Ahmet Mithat Efendi, Recaizade Mahmud Ekrem, Namık Kemal ve Tevfik Fikret gibi yazarlardan bahsediyorum. Hepsi de iyi eğitimli, nüfuzlu ve üretken olan bu yazarlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde devlet için çalışıyorlardı ve parlak birer kariyere sahiptiler. Bunlar arasından Kemal ve Fikret belki de en nüfuzlularıydı, ikisi de Tercüme Odası isimli bir yerde çalışmışlardı. Tercüme Odası, Osmanlı'nın dışişleri bakanlığına denk gelen bölümünün bir parçası ve belki de kalbiydi. Burada devlet çevirmenleri ve yazıcıları olarak çalıştıkları dönemde bahsettiğim yazarlar yazının siyasi gücünü ve Batılı bilgiye sahip olmanın prestijini keşfettiler. Bilgi güçtü. Yabancı dil bilgileri sayesinde bu yazarlar Osmanlı toplumunu şekillendirmeye çalışırlarken bu güçten faydalandı. Edebiyat onlar için siyasi inançlarını iletecek ve onları yayacak bir araca dönüştü.
TEHLİKELİ, GÜVENİLMEZ TİPLER
Tanzimat olarak adlandırdığımız ve Osmanlı'nın bir modernizasyon dönemi yaşadığı dönemin gölgesi bu yazarların üzerine kuvvetle düşüyordu. Bu dönemde ortaya merkezileştirme politikaları, çok-etnisiteli ve çok-dinli bir nüfusa yeni bir emperyal kimlik yaratma fikri olan Osmanlıcılık akımı çıktı. Aynı dönemde üniformaların toplumsal hayata girişi, ordunun modernizasyonu, homoseksüelliğin suç olmaktan çıkışı ve birey ve mülkiyet haklarının kuvvetlendirilmesi gibi reformlar yapıldı.
Bazı entelektüeller bu reformların çok sorunlu olduğu kanaatindeydi. Ahmet Mithat'ın Felâtun Bey ile Râkım Efendi’si (1875) ve Recaizade Mahmud Ekrem'in Araba Sevdası (1898) özlerinde yazarlarının "yanlış Batılılaşma" olarak gördüğü şeye karşı yazılmış argümanlardı. Yazarlar Batılılaşma sürecini kontrol etmeyi, onun yerine kendi modernizasyon anlayışlarını koymayı istiyorlardı. Böyle böyle modernleşmenin hastalıkları olarak gördükleri şeyleri ete kemiğe büründüren edebi kahramanlar veya tipler yaratmaya başladılar. Bu karakterler ya çok özgürlükçü ya da çok tutucuydular. Bu yüzden yazarlarının kafasındaki iyi vatandaş anlayışına uymuyor, tehlikeli ve güvenilmez tipler olarak resmediliyorlardı.
Bu fazlasıyla şematik yapıtlarda yazarlar Batı kültürünün özgürlükçü/dejenere ve milliyetçi/irfanlı damarları arasında ayrım yapıp, idealize ettikleri karakterler aracılığıyla ikinci damarı desteklediler. Efeminelik, dindarlık, bedensel hazlar ve bohemlik gibi şeylere karşı verdikleri savaş, daha sonra devlet aynı kesimleri düşman bellemek üzere harekete geçtiğinde bir tür gerekçe olarak kullanıldı.
YABAN VAKASI
Bu modernleştirici okulun en sert savunucularından biri, hayatının büyük bölümünde diplomatlık ve milletvekiliği yapmış Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ydu. Yaban isimli kitabında Anadolu'nun geri kalmış olarak gördüğü insanlarına karşı öfkesini açık sözlülükle dile getiriyor, adeta itiraf ediyordu. Yaban'ın kahramanı Ahmet Celal, Ankara'nın ülke kütürünü sekülerleştirme ve Batılılaştırma çabalarının insanlar tarafından neredeyse bütünüyle görmezden gelindiği bir Anadolu kasabasına seyahat eder. Celal, kendi kuşağının Aydınlanma inançlarını burada çok ufak bir azınlığın paylaştığını görünce şaşkına döner ve hayal kırıklığına uğrar.
İlk yayımlanışından yetmiş sene sonra da Yaban Anadolu insanıyla erken cumhuriyet dönemindeki devlet arasında yer alan kopukluğu dile getirmeyi sürdürüyor. 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılmış ve bu yasa devlete karşı "reaksiyonerler ve isyancılar" tarafından yapılan her tür muhalefeti engellemek için kullanılmıştı: burada kastedilen, sosyalistler, muhafazakarlar, etnik ve dinsel azınlıklardı. Tek parti devletinin uyguladığı yasayla muhalifler İstiklal Mahkemeleri adlı yerlere gönderildi, burada işkence, hapis ve idam gibi cezalar aldılar (örneğin şair Nâzım Hikmet, aynı mahkeme tarafından 15 yıl hapse mahkum edilmişti). Böylesi sert uygulamaları olan bir ideolojiyi anlamak için bugün de okullarda okutulan Türkçe romanlara bakmak gerekiyor. Ne de olsa bu kitapların kötü karakterleriyle erken cumhuriyet dönemi tek parti hükümetinin mahkum ettikleri az çok aynı kişilerdi.
SİVİL EDEBİYATIN ZAFERİ
Yıllar sonra, on sekiz on dokuz yaşlarımdayken bahsettiğim tür kitapları okumaktan (devlet memuru olmak isteyenler dışında) neredeyse hiç kimsenin hoşlanmadığını idrak etmeye başladım. İşte bu yüzden, benzer dönemlerde yazan Flaubert, Wilde veya Proust'unkilerin aksine bugün kendilerine okulda verilmemiş olsa kimsenin bu kitapları okumayacağı kanaatindeyim. İnsanlar son yıllarda devletin değil yaratıcı yazarın fikirlerine ses veren bir edebiyat damarını keşfetti.
Eğer bu kadar çok sayıda okur Türkçe edebiyat derslerine ilkgençliklerinde sinir olup sonraki yıllarda aynı edebiyata hayran oluyorlarsa, bu devletin sesiyle konuşmanın gerçekten de bir alternatifi olduğunu gösteren Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Şavkar Altınel, Emine Sevgi Özdamar, Latife Tekin, Orhan Pamuk, Elif Şafak ve Perihan Mağden gibi yazarlar sayesindedir. Son gülen, yaratıcı yazarın yüksek makamlarla ve siyasi güçle işi olmayan sesi olmuştur."
(Yazının orijinalini İngiliz Pen'in sitesinden okuyabilirsiniz.)
merhabalar,
yazı sonuna kadar çok güzel gitmiş de en sonra Tanpınar ve oğuz atay'ı latife tekin ve elif şafak ile aynı kefeye koymanız içimi çekti biraz. döneminin memur edebiyatı ne kadar yanlışsa, bugünün ticari edebiyatını da "sivil edebiyat" atfetmeniz o kadar şüphe götürür bence.
Yeni yorum gönder