Sema Kaygusuz’un Avrupa’daki İslam algısını eleştiren makalesi Tagesspiegel gazetesinde yayımlamdı. DAAD akademisinin konuğu olarak bir süredir Berlin’de bulunan yazar, 21 Ocak günü Avrupa’da İslam konulu bir konferansa da konuşmacı olarak katılacak.
Makale’den bazı alıntılar şöyle:
“Dinlerin kitle kültürüne dönüştürüldüğü ve faşizmin ancak kitle kültüründe tomurcuklandığı böylesi acılı bir çağda, dinsel birçok ögenin bir tipiklik taşımadığını anımsamak ve anımsatmak gerekiyor artık. Yeryüzündeki bütün dinlerin birbirleriyle kaynaşarak oluştuğunu unutmazsak eğer, dini aidiyetleri katı bir kimlik haline getirme saplantısından kurtulmuş oluruz.
Dinlerin ana akımdan uzak heterodoks anlayışlarında, inanç sahibi her insan bütün inançların kutsal değerlerini benimsemiş olandır. Ne var ki inanç ve din, iki farklı eğilimdir artık. Manevi inanç evrenseli içeren bir imanda, dindarlık ise bir kimlikte karşılığını buluyor.
Halbuki halklara güncelden değil de tarihin gözünden baktığımızda, dinsel inançların ne denli değişken olduğu çıkar karşımıza. Tarih boyunca on yedi devlet kuran Türkler eskiden Konfuçyünist ve Taoisttiler, yedinci yüzyıldan sonra Budist, Manist, ateşperest Mecusiydiler; tek tanrılı dinlerden hemen önce Şamanist, Panteist, dört yüz yıllık Hazar Devleti sırasında da Yahudiydiler, dokuzuncu yüzyıldan sonra Hristiyanlığa geçen bazı topluluklar hala Ortodoks Hıristiyan olarak hayatlarını sürdürüyorlar. Belli ki sürekli akan ve doğa koşullarına göre yatağını değiştiren bir nehir gibidir din.
Ezelden beri var olan, ebediyete kadar sürecek evrensel bir fizik yasasına bağlı değildir.”
İKİNCİ SINIF VATANDAŞ
“Sadece İslam’ın değil herhangi bir dinin bütün felsefesini ve uygarlığa yaptığı kültürel katkıları hiçe sayarak, o dinin insanları aptallaştırdığı ve uygarlığı yok edeceği fikri, başlangıçta zırvalık gibi görünse de bu sözler bireylerin korkularına temas ettiği an, peşinden gidilecek büyük bir siyasi dalga haline gelebilir. Tek bir dinin merkezde yer aldığı her anlayışta, başka dinlere mensup topluluklar ister istemez ikinci sınıf vatandaş haline gelir.”
“İngiliz tarihçi Arnold Joseph Toynbee, uygarlığın bir liman değil bir yolculuk olduğunu söyler. Kültürler üstüne olumlu ya da olumsuz yargılar üretmek yerine, kültürleri anlamaya çalışan tarihyazımını öneren Toynbee, bir tek aidiyet esasına göre düşünmenin nesnel düşünceye engel olacağına değinir.
Kendi uygarlığını, yabancı olanın üstünden tanımlamak ise eskiden beri görülen bir kabusa yatmaktır aslında. Monoblok kültürler, içlerindeki yabancıları kendilerini ölçmek üzere değerlendirdiğinde ona anlam atfetmeye başlar ki bu anlamlar daima zedeleyici içerikler taşır.”
Yeni yorum gönder