Amsterdam Şehir Kütüphanesi’nden içeri girer girmez sizi bir piyano karşılar. Kendinize güveniyorsanız, kullanmanız serbesttir. ıyi çalıyorsanız çevrenizde insanlar birikir. Vasatsanız sizi duymazlar bile; kendi işleriyle ilgilenirler. ınternette gezinirler, gazete dergi okurlar, derslerine gömülürler; (bazen epey gürültülü biçimde) sohbet ederler; özel ekranlarda film seyrederler, müzik dinlerler… Çocuklar etrafta koşturur. Acıkan en üst kata çıkıp yemeğini yer ya da bira-patates eşliğinde gelen geçeni seyreder. Kimisi gayet güzel bir manzaraya sahip kütüphaneye zaten sadece etrafı seyretmek için gelmiştir. Kimisi de bir dinleti, bir film gösterimi ya da tiyatro oyunu için oradadır. Nihayet bazıları da sadece kitabını okur.
2007’de hizmete açılan Amsterdam’ın bu sekiz katlı, devasa kütüphanesi Avrupa’nın en büyüğü olma iddiasında. Daha da vurgulanan bir diğer iddiasıysa modern çağın gereklerine cevap vermek için tasarlanmış olması. Kitaplardan ibaret bir dünya değil burası. Bir buluşma noktası, sosyalleşme alanı; bir nevi modern arena… Kitap unsurlarından sadece biri. Kütüphane yönetimi sadece kitap sunarak, şimdilerde epey bir devamlılık gösteren gençleri oraya çekemeyeceğini anlamış olmalı. Zira bunun için ziyaretçilerin en seyrek göründüğü yerlere bakmaları yeter. Kitaplarla dolu rafların arasındaki koridorlar genelde boş. Kısacası kitap, Avrupa’nın en büyük kütüphanesinde bile yeterince popüler değil.
Okumaktan nefret edenler
Bu sıkıntılı popülarite bugünlerde sanal âlemde de sorgulanıyor. Facebook’taki sayısız gruplardan birinin adı ‘I Hate Reading’. Yani ‘okumaktan nefret edenler’ burada toplanıyor. Az buz değil, 450 bini aşkın kişi... Facebook âdetlerinin aksine, grupta herhangi bir tartışma yok; hiçbir not mevcut değil. Kitaptan da okumaktan da nefret ediyorsanız (ki sizden bahsetmediğimiz açık) sayfayı ‘layk’layıp geçiyorsunuz. Türkçesi, beğeniyorsunuz. Ama illa Türkçe beğenmek istiyorsanız, bu küresel trend’den Türkiye’yi mahrum etmek istemeyen taptaze ve Türkçe bir Facebook grubuna da uğrayabilirsiniz. Duvar aynı acı duvar. Sadece ‘Kitap okumaktan nefret ediyorum’ yazıyor. Müdavimi henüz az. An itibariyle 935 kişi nefretini beyan etmiş durumda.
ınternetin diyalektiği süratli; her teze antitez anında üretiliyor. ‘Okumayı seviyorum’ grubu da artık Facebook bünyesinde mevcut. Yalnız nefret kardeşliğiyle kıyaslanınca kitapseverlerin nüfusu pek mütevazı kalıyor: Sadece 45 bin kişi. Oran 10’a bir. Aynı oran Türkçe gruplarda da tutturulmuş. Kabaca bir hesapla, internet âleminde kitaptan nefret eden her on kişiye bir kitapsever düşüyor.
İnsan ödünç veren bir kütüphane
Kitap sevmezliğin gerçek dünyadaki yansımaları daha da düşündürücü. 2008 krizinden beri iki yakasını bir araya getiremeyen Batı ülkelerinde, hem yerel hem de ulusal düzeyde bütçe kesintileri artık vaka-i adiyeden sayılırken, kesintilerin hedefindeki olağan şüpheliler hep aynı. Ödeneği ilk doğranan ‘artık çok kullanılmadığı’ varsayılan kütüphaneler oluyor. Kütüphanecilerse bu varsayımı ortadan kaldırmak için hizmetlerini çeşitlendirmeye ve çekici kılmaya çalışıyor.
Bir örnek çözüm Kanada’nın Surrey şehrinden geldi. Bu ay içinde açılacak şehir kütüphanesinin çalışanları kafalarını bir süredir bu soruna yoruyordu. Nihayet taze ve farklı proje ürettiler. ‘Yaşayan kitaplar’ isimli projede ödünç verilenler matbu kitaplar değil, ‘gönüllü uzmanlar’. Kullanıcılar, astronom, bankacı, gazi veya bahçıvan gibi unvanlar taşıyan bu uzmanlarla 30-40 dakikalık görüşmeler yapabilecek ve onlara istedikleri soruları yöneltebilecek.
İnsanı bir kitap olarak kullanmak yeni bir çalışma biçimi sayılmaz. 2000’lerin başında Danimarka’da doğan bu akıma sivil toplum örgütleri son yıllarda sıklıkla başvuruyor ve toplumun nispeten marjinal kesimlerinden gelen temsilcileri bir kitap gibi görüşmecilere açıyorlar. Dünyanın birçok şehrindeki kütüphanede de artık bu tür görüşmeler yapılıyor. Ama Surrey Kütüphanesi’nde üretilen projenin başındaki Basi Ravi, bu konsepte özgün yorumlarını kattıklarını söylüyor: “Bizim kitaplarımız uzmanlar. Kütüphane artık sadece içinde kitapların olduğu tarihi bir bina değil.”
En büyük kitap mezarlığı hazırlanıyor
Kütüphaneciler bile çareyi kitapların dışında arıyorsa, kitapların ölüp ölmediği sorusu gerçekten sorulabilir mi? Bu soruya bir yanıt ilk internet girişimcilerinden birinden, archive.org kurucusu Brewster Kahle’den geliyor. Kendini şimdiye dek web’de var olan bütün sayfaların bir kopyasını almaya adayan Kahle, portföyüne son günlerde yeni ve iddialı bir proje daha kattı. Artık var olan bütün basılı kitapların bir kopyasını depolamak istiyor. Ama bunun için alıştığımız türden tarihi bir bina aramıyor. Modern bir mimari tasarımın da peşinde değil. Kahle, kitapları gemi konteynerlerinde saklayacak. Bağışlarla toparladığı 500 binlik ilk parti, depoları doldurmaya başladı bile.
Kahle bu rakamın ilk elde en azından 10 milyona ulaşmasını öngörüyor. Bu şekilde bir zamanlar hayalini kurduğu efsanevi ıskenderiye Kütüphanesi’nin yeniden inşası projesine girişebilecek. Ama epey hüzünlü bir farkla. Bu projede, içinde insanların dolaştığı, kitapların ödünç verildiği bir kütüphane tasarlanmıyor. Elektronik kopyaları alındıktan sonra, kitapların depolara doldurulmasıyla yetiniliyor. Kopyalarının başına bir şey gelirse, kitaplar bulundukları yerden çıkarılıp yeniden canlandıracak. Kahle’nin aklındaki örnek Norveç’in Kuzey Kutbu yakınındaki Svalbard Takımadaları’nda inşa edilen, donmuş buz kütleleri altına gömülü küresel tohum bankası. Dünyadaki bitki türlerinin uğrayabileceği olası bir felaketi bekleyen o soğuk depo gibi, Kahle’nin kitapları da modern mezarlarında sessizce gün dolduracak.
Türlü telif tartışmalarının ortasında 130 milyon kitaplık bir web projesine soyunan Google, geçen haftalarda adı kütüphanelerle özdeş Arjantinli yazar Jorge Luis Borges’in doğum yıldönümünü kutlayarak bir sempati üretme mesaisine girişmişti. Peki Google’ın kitapları da birer mezar taşına dönüşür mü? Çanlar sadece matbu kitaplar için çalmıyor. Çünkü Facebook’taki kitap nefreti grupları büyürse, e-kitaplara da rahmet okuyabilirsiniz.
Bir yazarın kütüphane mücadelesi
Bir siyasetçi, bir yazarı karşısına alırsa uykuları kaçabilir mi? Söz konusu yazar Margaret Atwood’sa, kesinlikle evet. Bizde en çok ‘Kör Suikastçi’ adlı romanıyla bilinen 72 yaşındaki Kanadalı yazar Atwood’un bir günü aslında gayet sessiz sakin geçiyor: Yazıyor, okuyor, kazak örüyor ve bahçesiyle uğraşıyor. Ama Atwood bugünlerde yaşadığı şehir Toronto’daki kütüphanelerin kapatılmaması için fazla mesaide. Aktif olarak kullandığı Twitter sayfası üzerinden 250 bine yakın takipçisini örgütlüyor ve ses getiriyor.
Hikâyeyi başa saralım. Toronto Belediyesi yetkilileri, 2012 bütçesine dair 740 milyon dolarlık kesinti planını temmuz sonunda açıkladığında, birçok kurumdan itiraz yükseleceğini tahmin ediyorlardı. Ama sorular hiç çalışmadıkları yerden, kütüphanelerden geldi. Özel bir danışmanlık şirketinin önerileriyle oluşturulan kesinti listesinde güvenlik, sağlık ve ulaşım hizmetlerinin budanmasının yanı sıra, şehir kütüphanesinin bazı şubelerinin kapatılması, ödeneklerin kısılması ve hizmet sürelerinin azaltılması da bulunuyordu. Kitapsever Torontolular (nüfusun yüzde 72’si, 11 milyon kitaba sahip şehir kütüphanesinden yararlanıyor) itirazlarını yükseltmekte gecikmedi. Buna rağmen, kesinti meselesiyle ilgilenen Belediye Danışmanı Doug Ford (Belediye Başkanı Rob Ford’un da kardeşi), itirazları kale almadığını kati sözlerle ifade etti: “Bütçeyi kısıyoruz. Kütüphaneleri kapatmak için bir dakika düşünmem bile.”
Kanada’nın edebiyat ikonlarından Margaret Atwood işte bu noktada devreye girdi. Yazar, kesintilere karşı çıkan imza kampanyasının internet adresini Twitter hesabından paylaşınca katılım o kadar yoğun oldu ki, kampanyanın sitesi çöktü. Mesele artık hararet kazanmış ve ülkenin gündemine oturmuştu. Ama dananın kuyruğunu kopmasına neden olan, başkanın kardeşi olan danışmanın şu sözleriydi: “Margaret Atwood kim ki? Sokakta yanımdan geçse tanımam.”
Destek yağıyor
Siyasetçi Ford tanımıyor ama eserleri 45 yıldır onlarca dilde yayımlanan ve dünya edebiyatının yaşayan en büyük ustalarından kabul edilen Atwood, lafını sakınmaması ve inatçılığıyla da biliniyor. Yazar, Ford’un bu sözleri üzerine, sivri dilini de kullanarak bir kampanya inşa etti ve Twitter üzerinden büyüttü. An itibariyle gösterilen ilgiden memnun: “Kütüphaneleri kurtarmak artık popüler bir mesele. Belediye çalışanları hiç bu kadar fazla mektup ve e-mail almadıklarını söylüyor.”
Bugünlerde sadece Toronto’dan değil, dünyanın dört bir yanından kampanyaya destek yağıyor. Öğrenciler kütüphane üyeliklerini yeniliyor; kitabevleri kütüphane kartıyla gelenlere indirim yapıyor, Atwood’un da dahil olduğu Kanadalı yazarlar destekçilerle buluşuyor. Kampanyaya omuz veren bir başka Kanadalı yazar Joy Fielding meselenin siyasi sonuçlarına da dikkat çekiyor: “Bir kitabınız varsa bir arkadaşınız var demektir. Başkan Rob Ford’un gelecek seçimlerde kaç arkadaşı olacağını şimdiden merak ediyorum.”
Başkan kitapseverlerin mesajını çoktan aldı. Planlar değişti. Belediye Meclisi bugün kütüphane bütçesinin sadece yüzde 10’unu kesip kesemeyeceğini tartışıyor. (Yenal Bilgici - Radikal)
Yeni yorum gönder