Internetin en çok okunan Türkçe edebiyat ve eleştiri sitesi Sabit Fikir, temmuz sayısında müziğin kategorize edilemeyen geleneği “ozan-şarkıcılık”ı müzik yazarı Eray Aytimur’un kaleminden yansıtıyor. İçi bir türlü doldurulamayan bu müzik türünün gelişimi, yurtdışından ve ülkemizden örneklerle dopdolu bir dosya haline geliyor.
“Ben Giderim Adım Kalır: Ozan-Şarkıcılar” ana başlığıyla verilen kapak çalışması, kendi parçalarını üreten müzisyenleri, ozanlardan ayıran noktaları keskin örneklerle detaylandırıyor. Aytimur dosyada, kaynağını ozan-şarkıcılık geleneğinden alan fakat zaman içerisinde “mutasyona” uğrayan şarkılara da yer veriyor. Çalışma PJ Harvey, Courtney Love, Alanis Morissette gibi müziğe yepyeni bir duruş kazandıran kadın şarkıcıların bu gelenekle etkileşimini de gözler önüne seriyor.
Sokağın nabzını ise her zaman olduğu gibi Ceren Çıplak tutuyor ve vatandaşa “Sizce ozan kimdir?” diye soruyor. Verilen ilginç cevaplar, vatandaşın gözünden ozan kavramını sorgulatıyor.
Bir tatlı başarı hikayesi: Sözünü Sakınmadan!
Sabit Fikir ve İstanbul Modern'in düzenlediği, kısa bir süre içinde edebiyatın en heyecanlı platformlarından biri haline gelen ve 13 yazar ile 5000 konuğu ağırlayan Sözünü Sakınmadan, bu defa Sabit Fikir’e misafir oluyor. 1. yaşını geride bırakan etkinliğin dünden bugüne hikayesi Elif Bereketli’nin gözünden, temmuz sayısında hayat buluyor.
Yekta Kopan’ın kendi el yazısıyla okurlara önerdiği kitap ise Sabit Fikir okurlarını bekleyen sürprizler arasında yer alıyor.
Her ay olduğu gibi 30.000 adet basılan Sabit Fikir’de geçtiğimiz ay başlayan televizyon eleştirileri ise temmuzda da devam ediyor. İlgiyle izlenen bölümde bu defa Süreyyya Evren, fenomen haline gelen Behzat Ç.’yi masaya yatırıyor.
Sabit Fikir’in dopdolu temmuz içeriği, Ayşe Düzkan’ın dünyanın en önemli yirmi sosyal bilimcisi ve en çok alıntılanan beş akademisyeni arasında bulunan David Harvey’le yaptığı söyleşiyle devam ediyor. Sorduk köşesinde ise Koray Löker, blog masalına kahramanlarıyla birlikte farklı bir pencereden bakıyor.
Auteur Sineması, Cüneyt Cebenoyan’ın kaleminden...
Sinema köşesinde bu ay büyülü perdenin etkisi, Cüneyt Cebenoyan’ın kaleminden sızıyor. Cannes’da gösterilen uyarlamaları konu edinen Cebenoyan, “iyi edebiyattan, iyi sinema olmaz” tezini yazısıyla kanıtlıyor.
Murat Gülsoy bu ay, kültürün en büyük taşıyıcısı dile değinirken, Aysu Önen Kararsız Okur’da “her nakarat ayrı bir edebiyat” diyerek, müzik-edebiyat ilişkisini irdeliyor. Sabit Fikir’in kitap eleştirilerinde bu ay, “Bir Dersim Hikayesi”yle Murathan Mungan, “Kıyamet Gösterisi”yle Nell Galman ve Terry Pratchett, “Pigme”yle Chuck Palahniuk, “Yengeç Dönencesi”yle Henry Miller, “Lafevi”yle Serdar Aysev, “Çocukların Kitabı”yla A. S. Byatt ve “Tavan Arasındaki Buda”yla Julie Otsuka bulunuyor.
Sabit Fikir'de bu ay küçük İskender, Ömer Türkeş, Özgün Uçar, Hayati Roman, Selçuk Uygur, Aycan Aşkım Saroğlu ve Aysu Önen gibi pek çok ismin eleştiri yazıları da okunabiliyor.
Ayrıca Oylum Yılmaz'ın Şahane Bir Kitap, Elif Tanrıyar'ın Kelebek Etkisi, Ceyhan Usanmaz'ın Gölgede Kalanlar ve Mert Tanaydın'ın Dünyadan adlı köşeleri de Sabit Fikir’in temmuz sayısında okurları bekleyen yazılardan...
Idefix ve Prefix'le ücretsiz
Kapak illüstrasyonunu Serhat Gürpınar’ın yaptığı dergide, edebiyat ve yayıncılık dünyasından haberler ile düşünce özgürlüğü bülteni de yer alıyor.
Yayın yönetmenliğini Elif Bereketli'nin yaptığı Sabit Fikir'in matbu haline Idefix ve Prefix siparişleriyle; dijital versiyonlarına ise Turkcell Dergilik'ten, Idefix Kitaplık uygulamasından ve www.sabitfikir.com adresinden ulaşmak mümkün.
Eray Aytimur’un hazırladığı “Ben Giderim Adım Kalır: Ozan-Şarkıcılar” dosyasından bir bölüm:
“İki tür müzik vardır – en azından bana hep öyle gelmiştir: İnsanın dinlediği müzik ve yaptığı müzik. Bu iki müzik, tamamen farklı sanatlardır, her birinin kendi tarihi, sosyolojisi, estetiği ve erotizmi vardır. Dinlerken sıradan bulduğumuz bir besteci, çaldığınızda –hatta kötü çaldığınızda– harikulade gelebilir. Mesela Schumann öyledir. Yapılan müzik kulağa dair olmaktan ziyade ele dairdir. Ve dolayısıyla, bir bakıma çok daha tensel, çok daha şehevidir. Yalnız başımıza veya dostlarımızla birlikte yaptığımız müziktir. Katılımcılardan başka seyircisi yoktur. Bu da gösteriye dönüşme riskini ve histeriye kapılmayı bertaraf eder. Bu müzik adaleli
müziktir. İşitme duygusunun oynadığı rol, onaylama rolüdür. İşiten bedendir, ‘ruh’ değildir. ‘Ezber’den çalınan bir müzik değildir: Beden denetler, iletir, koordine eder, okuduğunu uyarlar, ses ve anlam yaratır. Beden basit bir iletken, bir nakledici, bir yazardır. Bu müzik yok olmuştur.
Başlangıçta aylak (aristokrat) sınıfın meşgalesiydi, burjuva demokrasisiyle birlikte önce yavan bir sosyal ayin haline geldi -piyano, genç hanım, salon, gece müziği-, sonra da tamamen kayboldu. Bugün kim piyano çalıyor? Batı ülkelerinde ‘yapılan’ müziği bulabilmek için başka bir kitleye, başka bir repertuara, başka bir enstrümana bakmak gerekiyor: Gençler, vokal müzik, gitar...
Pasif, reseptif müzik, sound müziği -konser, festival, plak, radyo– günümüzde biricik müzik konumunda. Müzik yapmak diye bir şey kalmadı. Müzikal faaliyet artık ele dair, kaslara dair, fiziksel bir şey değil. Şimdi artık bir mayi gibi, akışkan, Balzac’tan ödünç alarak söylersek,
‘kaygan’ bir şey”...
Ozan-şarkıcılığın gelişimi
Kuzey Amerika’nın blues ve folk müzikle sarmalandığı 20. yüzyılın henüz başlarında Leadbelly, Blind Lemon Jefferson, T-Bone Walker, Lightnin’ Hopkins, Robert Johnson ozan-şarkıcılık geleneğinin oluşumunda görece öznel içerikli parçalarıyla köşe taşları oldular. Amerikan
folkunun atağa kalktığı 1940’lardan itibaren ise Almanac Pete Seeger. Ozan-şarkıcılığın palazlanmasına milat olarak 1960’ların sonları gösterilse de en sert virajın 1950’lerde Pete Seeger ve Woodie Guthrie ile alındığı kesin.
90’larda Singers ve The Weawers öne çıkan isimler. Ozan-şarkıcılığın palazlanmasına milat olarak 1960’ların sonları gösterilse de en sert virajın 1950’lerde Pete Seeger ve Woodie Guthrie ile alındığı kesin. Seeger ve Guhtrie gerek geleneksel şarkıları, gerekse özgürlük, eşitlik ve göç
hareketleri ve muhtelif sivil hak talepleri ile yüklü protest şarkılarını doğaçlamalara da olanak tanıyarak yazıp seslendirerek zamanın ruhunun belirlenmesinde de etkin roller üstlendiler. Bu iki isim bu anlamda Bob Dylan ve Ramblin’ Jack Elliot gibi sanatçılara mihmandarlık ederek ozan-şarkıcı geleneğinin başlıca kaynakları oldular.
Ozan-şarkıcılık geleneği iki tür etrafında biçimlendi. Bir tarafta Carole King, Randy Newman, Van Dyke Parks, Laura Nyro gibi isimlerden müteşekkil New York menşe ili Tin Pan Alley popçuları, öte yanda Rush, Joni Mitchell, James Taylor, Jackson Browne, Neil Young, Leonard Cohen ve Cat Stevens gibi Bob Dylan ardılı folkçular devreye girdi. (Paul Simon söz konusu iki ekolün kesişim kümesinde yer alır.) Bahsi geçen Neil Young, James Taylor, Jackson Browne, Paul Simon kimi zaman iç dünyalarının en derinlerinden beslenirken kimi zaman da üzerlerinde
hissettikleri baskıya paralel olarak konu seçiminde rahat değişkenliklerini yansıtabildiler. Fakat bunu Dylan ardıllarının öznel konu ve temalara katiyen eğilmediği şeklinde değerlendirmemeliyiz. Zira aşk-meşk her dönemin ve coğrafyanın olduğu gibi 1960’ların Kuzey Amerika ve İngiltere çıkışlı Bob Dylan, Jackie DeShannon, Johnny Cash, Kris Kristofferson, Willie Nelson, Paul Simon, Neil Young, Leonard Cohen, Joni Mitchell, Van Morrison, Jimi
Hendrix, Brian Wilson, Tom Waits, Otis Redding, Marvin Gaye, Tom Rush, Arlo Guthrie, John Denver, Jackson Browne, John Prine, Grace Slick, Dave Mason, Janis Joplin, Joan Baez, Judy Collins, David Crosby, Donovan, Stephen Stills, Randy Newman, Steve Goodman, Gordon
Lightfoot, Paul Brady, Johnny Tillotson, Sylvia Tyson, Ian Tyson, Nick Drake, Tim Hardin, Laura Nyro, Carly Simon, John Fogerty, Buffy Sainte-Marie, Joan Armatrading, Emmylou Harris, Cat Stevens, James Taylor, Jerry Jeff Walker, Lou Reed, Gram Parsons, Nick Gravenites, Rick
Nelson, Richard Fariña, Mark Spoelstra, Don Mclean, Patrick Sky, Mickey Newbury, Janis Ian, Dan Fogelberg, Dave Van Ronk, Waylon Jennings, Dolly Parton gibi müzisyenlerin
de cümlelerine kaynaklık ettiler.
Ve Türkiye...
Türkiye, ozan-şarkıcı geleneği için verimli bir alan. Çünkü başta aşıklık geleneği olmak üzere taşlama gibi türlerle siyasi içerikli eserler üretmeye gayet uygun. Nitekim 50’lerin sonundan itibaren türküler yeni bir anlayışla tekrar söylenmeye başlamıştır. Opera sanatçısı
Ruhi Su‘nun bas bariton sesiyle Batılı tarzda icra ettiği türküleri belki bu ilginin tepe noktası olarak kabul etmek mümkün. Esasen Ruhi Su’nun tarzı yaygın olarak da kabul görmedi. Hala Zülfü Livaneli ya da genç nesilden Selva Erdener gibi takipçileri bulunmakla birlikte, bu tarz,
türkücüler arasında oldukça azınlıkta kalan zayıf bir çizgi olarak kaldı. Geçenlerde kaybettiğimiz Esin Afşar da bu kümeye yazılabilir. Yalnız Ruhi Su’nun bence en önemli öğrencisi olan Tülay German‘ın 1964 senesinde doldurduğu Burçak Tarlası adlı 45’liğini Türkiye’de nueva
canciónun gerçek anlamda ilk örneği olarak gösterebiliriz.
Tülay German, 1965 seçimlerinde TİP’in seçim şarkılarını söylüyordu. Yani politik olarak da Latin Amerikalı muadilleriyle aynı saftaydı. 60’ların ortalarından itibaren İngilizce şarkılar söyleyen gençler arasında türküleri rock ile sentezlemek popüler oldu. Modern Folk Üçlüsü gibi sentezin bir tarafına rock yerine Latin müziğini koyanlar da vardı ancak ana kitle rockla uğraşıyordu. Selda Bağcan ise ozan-şarkıcı geleneğinin ABD’deki gözdelerinden Joan Baez’i hatırlatır. Fikret Kızılok ve Bülent Ortaçgil gibi ‘kent ozanı’ olarak gösterilen müzisyenlerin ise esin kaynaklarını Anglosakson diyarlarıyla sınırlamaktansa Aşık Veysel’e ve beraberinde
Neşet Ertaş, Hacı Taşan, Ali Ekber’e uzandırmakta fayda var. Mehmet Güreli, Feridun Hürel, Umay Umay, Tibet Ağırtan, Cenk Taner, Vedat Sakman, Taner Öngür, Demirhan Baylan ve geride bıraktığımız son üç yılda genç isimlerden Jehan Barbur ve Mabel Matiz gerçeklik dilenciliği yaptıkları şarkılarıyla Oğuz Atay’dan bir cümle ödünç alırcasına yollarına koyuluyorlar, “Ben buradayım sevgili dinleyicim, sen neredesin”...
Yeni yorum gönder